BİR AFRİKA VAR AFRİKA'DAN İÇERU 24.01.2017
Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar, Afrika ile bağların çok kısa bir sürede bu noktaya gelmesi Türkiye için büyük başarıdır. Afrika ile bağlar esasen çok daha eskiye dayanıyor. Kadim dünyanın merkezinde bulunan Osmanlı, bir Afro-Avrasya devletiydi. Kuzey Afrika'dan Çad Gölü'ne, Mısır üzerinden Somali'ye kadar geniş bir coğrafyada etkileşim içindeydi. Avrupalı devletlerin işgal ve sömürü politikaları, 1912'den sonra Afrika ile bağları kopma noktasına getirdiyse de, bugün bu 100 yıllık parantez de kalkıyor. Afrika'da en fazla diplomatik temsilciliğe sahip ikinci ülke olan Türkiye, kalkınma işbirliğinde de Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile faaliyetlerini artırıyor. Aktif dış politikanın tamamlayıcısı olarak Afrika'da ilk ofisini 2005 yılında Etiyopya'da açan TİKA, 10 yıl gibi kısa bir sürede ofis sayısını 21'e yükselterek Afrika'nın 54 ülkesinde faaliyet gösterir hale geldi. TİKA ile hem Türkiye-Afrika ilişkileri gelişmekte hem de kıtanın kalkınması için gerekli altyapıların kurulmasına önemli katkı verilmektedir.
Türkiye son yıllarda Afrika açılımı ile çok boyutlu ve çok taraflı ilişkileri geliştirme konusunda büyük adımlar attı. 1998 yılında 'Afrika'ya Açılım Eylem Planı' ile altyapısı hazırlanan ilişkiler, ancak 2002 yılında AK Parti'nin iktidara gelmesiyle beraber etkin bir şekilde hayata geçirildi. 2008 yılında Afrika Birliği'nin Türkiye'yi “stratejik ortak" ilan etmesiyle de artık açılım değil stratejik ortaklık dönemine geçildiği tescillendi. Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar, Afrika ile bağların çok kısa bir sürede bu noktaya gelmesi Türkiye için büyük başarıdır. Afrika ile bağlar esasen çok daha eskiye dayanıyor. Kadim dünyanın merkezinde bulunan Osmanlı, bir Afro-Avrasya devletiydi. Kuzey Afrika'dan Çad Gölü'ne, Mısır üzerinden Somali'ye kadar geniş bir coğrafyada etkileşim içindeydi. Avrupalı devletlerin işgal ve sömürü politikaları, 1912'den sonra Afrika ile bağları kopma noktasına getirdiyse de, bugün bu 100 yıllık parantez de kalkıyor. Afrika'da en fazla diplomatik temsilciliğe sahip ikinci ülke olan Türkiye, kalkınma işbirliğinde de Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile faaliyetlerini artırıyor. Aktif dış politikanın tamamlayıcısı olarak Afrika'da ilk ofisini 2005 yılında Etiyopya'da açan TİKA, 10 yıl gibi kısa bir sürede ofis sayısını 21'e yükselterek Afrika'nın 54 ülkesinde faaliyet gösterir hale geldi. TİKA ile hem Türkiye-Afrika ilişkileri gelişmekte hem de kıtanın kalkınması için gerekli altyapıların kurulmasına önemli katkı verilmektedir.
“Karanlık Kıta" İmajı Bir Aldatmacadır
Dünya nüfusunun 'ine ev sahipliği yapan Afrika, 1 milyarı aşan nüfusu ile hiçbir kıtanın sahip olmadığı doğal ve beşeri kaynaklara sahip olarak kendi yolunu çizmeye çalışıyor ve tarihin üzerinde bıraktığı "karanlık kıta" imajından yavaş yavaş sıyrılıyor. Sahip olduğu zenginlik nedeniyle asırlardır emperyal sömürgeciliğin odağında olan Afrika'nın, batılı devletlerin kıtaya ayak bastığı 15. yüzyıldan bu yana siyasi, sosyal ve iktisadi kırılganlığı azalmadı, aksine arttı. Önce köle, sonra hammadde ve pazar olarak Batının iştahını kabartan Afrika ülkelerinin çoğu, 2. Dünya savaşı sonrasında "siyasi bağımsızlığa" kavuşsa da, kıtanın içinde olduğu durum ve imaj hiç değişmedi. 70'ler Afrika için batının medeniyet götürmesi gereken “bağımlı kıta", 80'ler ve 90'lar sadece bağımlı değil, “zavallı ve her türlü krize gömülmüş" bir tabloyla tasvir edildi. Ekonomist dergisi 2000 yılında “Karanlık Kıta" başlığı attığında Afrika'nın imajı, 21. yüzyılın eşiğinde de değişmeyecek gibi görünüyordu. Afrika'daki sorunların köklerini açıklamak için tarihi ve analitik bağlamdan uzak olan bu yaklaşımlar, “muhtaç" Afrika'nın resmedilmesini genellikle ilkellik, kabile anarşisi, iç savaş, terör, siyasi istikrarsızlık, yolsuzluk, diktatoryal yöneticilik, açlık ve salgın hastalıklar ile karakterize ediyor. Türkiye sadece sömürgecilik, kölelik ve geri kalmışlık üzerinden yazılan bu Afrika tarihini ve okumasını reddetmektedir. Kuzey Amerika ve Avrupa'nın inşasında çok daha fazla yere sahip olan Afrika, kendine özgü kültürel çeşitliliği ile içinde bulunduğu toplumları zenginleştirmiştir.
Bugün Afrika kıtasında yokluk içinde yaşayanlar kadar, 15. ve 19. yüzyıllar arasında kölelik ile zorla yerlerinden edilenler de, esaret ve sıkıntı içinde yaşamaya mecbur bırakıldı. 1808 yılında köleliğin kaldırılması dahi Afrikalıların en temel haklara kavuşmasına, 1970'lere kadar yeterli olmadı. Öyle ki; “Bir hayalim var. Bir gün eski kölelerin ve köle sahiplerinin çocukları kardeşlik sofrasında birlikte oturup, derilerinin rengiyle değil kişilik özellikleriyle değerlendirildikleri bir toplumda yaşayacaklar." diyerek sadece Afrika halkı için onurlu bir hayat, eşit vatandaşlık mücadelesi veren ve şiddetten uzak duran Martin Luther King, Malcolm X gibi düşünürler şiddet ile susturuldu.
Afrika'nın Yol Göstericiye Değil Yol Arkadaşına İhtiyacı Var
Bir Afrika atasözünde dediği gibi “Bir günlük yağmur, toprağın derinliğine nüfuz etmez". Bugün Afrika'nın ihtiyaç duyduğu şey onu bağımlı hale getiren, uluslararası finans kuruluşları ve şartlı yardımları değildir. Bir zamanlar ülkemizin de yaşamış olduğu bu kısır döngü yerine, Afrika halkının sahip olduğu zenginliği, refaha dönüştürecek kendi sosyal, ekonomik, beşeri ve kurumsal altyapılarını kurmasına destek olmaktır. Bu ise dayatmacı ve gizli bir ajandaya sahip olmadan, özveriyle hareket etmeyi gerektiriyor. Bu açıdan, Türkiye, kalkınma işbirliği faaliyetlerinde samimiyetle hareket ediyor. Yani kalkınma yardımı yapıyorum diyerek gidilen yerlerde yeni bir sömürü sistemi kurmaya çalışmıyor.
Gelişmiş ülkeler, yıllardır sözde finansal kaynak akışı ile Afrika'ya kalkınma yardımı yapıyor. Hep tartışılan bu kaynaklar, esasen müesses sömürü düzenini devam ettirme, yerel halktan gelen isyanları bastırma, ülkelerin zenginliklerini kullanmak için bir takım imtiyazlar elde etme, ülkeleri ideolojik safına çekebilme gibi amaçlarla kullanıldı. Fonlar, belli çıkar odakları elinde birikirken, hiçbir zaman gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmadığı gibi dikkate değer bir kalkınma hedefi de başarılamadı. Örneğin; Green Peace'in 2010 yılında hazırladığı "Afrika Avrupa'yı Besliyor" adlı rapora göre Avrupalı ülkelerin büyük gemi filoları Batı Afrika'nın Senegal, Moritanya gibi en fakir ülkelerin sularında belli fon transferleri ile imtiyaz elde ederek balık avlıyor. Aşırı avlanma nedeniyle nadir balık türleri yok edilen bu en az gelişmiş ülkeler, ileri teknolojiye sahip olmadığı için rekabet edemiyor ve yerel balıkçılık sektörünün de yok olmasına neden oluyor. Daha acısı; kano ve küçük tekneler ile avlanan yerel halk, balık zenginliğinin azalması nedeniyle geçimini bile sağlayamayacak duruma geliyor. Benzer durumlar madencilik, tarım ve diğer sektörler için de düşünülebilir. Gerçek kalkınma yardımı; o ülkenin her türlü zenginliğini, beşeri ve doğal kaynaklarını o ülkenin etkin kullanmasına imkân veren, hiçbir şekilde yardım yapılan ülkenin kurumsal sistemini ve politikalarını kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışmayan yardımlardır. Aksi durumda, yıllardır olduğu üzere birileri sürekli zenginleşirken, diğerleri yavaş yavaş fakirleşmektedir. Türkiye tam olarak buna karşı çıkıyor. Kaşıkla verip, kepçeyle alan, Afrika ülkelerinin potansiyel sektörel ve işgücü piyasalarını altüst eden uygulamaları reddediyor. Bu; kalkınma yardımı değil sömürü düzeninin devamıdır. Afrika'nın zenginliği Afrika halkına bırakılmadıkça, sahanda su döver gibi ne 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ne de sonu gelmez uluslararası toplantılar sonuç verecektir.
Uluslararası kurumlar aracılığıyla sağlanan yardımlar da çoğu zaman ihtiyaç sahiplerinden çok birtakım bürokratların servetlerini çoğaltmasına yaradı. Her kademesinde azgelişmişliğin gerçeklerinden bihaber, dolgun maaşlı uzmanlar ve yöneticiler ile yönetim giderleri şişen bu kuruluşlar, yoksulluktan beslenen yeni bir efendiler sınıfı doğurdu. Hiçbir katma değer üretmeyen, ülkelerin kaynaklarını o ülkelerden çeken böyle bir nizamı Türkiye reddederek, yardımlarını doğrudan ihtiyaç sahiplerine, medeniyetinin insana verdiği değer ile din, dil, ırk farkı gözetmeksizin ulaştırmaktadır. Afrika Sorunlarına, Afrika'dan Çözümler" prensibiyle hareket eden ülkemiz; kendini zengin olduğu için fakirden üstün görmeyen, gittiği ülkelerin kalkınma önceliklerine göre insanı merkeze koyan projeler hayata geçiriyor. Küreselleşmenin; tek tipleştirme gibi algılandığı, tarihi ve kültürel dokuları tehdit eden bir modern kölelik niteliğine büründüğü dünyamızda, Türkiye; Afrika ülkelerinin sahip olduğu bütün kültürel dokuların ve yaşam stillerinin korunması için çaba sarf ediyor.
TİKA İle Afrika'da Hayatlar Değişiyor
Günlük geliri 1 doların altında olan 48 En Az Gelişmiş Ülkenin (EAGÜ) 34'ü Afrika'da bulunuyor. Türkiye 2011 yılından bu yana EAGÜ'lere yıllık 200 milyon dolar taahhüt vererek, 2015 dâhil 5 yılda toplam 1,6 milyar dolarlık yardımda bulundu. Bu yardımlar ile Türkiye, dünyanın en büyük 18. ekonomisi olmasına rağmen birçok gelişmiş ülkeyi geride bırakarak, 2015 yılında insani yardımlarda miktar bakımından dünyada ikinci; milli gelire oran bakımından ise birinci oldu. Son dönemde kendi içinde yaşadığı zorluklara rağmen Türkiye'nin elde ettiği bu başarılar, takdirin ötesinde dünyaya insani diplomasi açısından önemli mesajlar vermektedir.
Önceliği insana veren, ihtiyaç temelli ve çok yönlü kalkınma yaklaşımı ile Türkiye'nin kalkınma yardımı uygulayıcı kurumu TİKA da, Afrika'da beşeri kaynakların geliştirilmesi için eğitim, sağlık, anne çocuk gelişimi, su-sanitasyon başta olmak üzere sosyal altyapı projelerine ağırlık veriyor. Birçok ülkede açılan mesleki eğitim okulları, fakülteler, laboratuvarlar ile ülkelerin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan yetiştiriliyor. Sürdürülebilirlik ve tamamlayıcılık kapsamında yetişmiş insanların istihdamını sağlayacak tarım, hayvancılık, balıkçılık gibi üretim sektörlerinde tesisler kuruluyor. Somali'de, Benin'de, Sudan'da, Nijer'de, Çad'da, Kenya'da ve diğer ülkelerde yapılan sağlık taramaları, inşa edilen klinikler, hastaneler, sağlık merkezleri ile Afrika ülkelerinin ebola, kolera gibi salgın hastalıklarla mücadele kapasitesi artırılıyor. Devlet mekanizmalarının işlemez hale getirildiği birçok Afrika ülkesinde kurumsal altyapıların geliştirilmesi için ilgili kurumlarımızın tecrübe paylaşımı sağlanıyor, binlerce Afrikalı kamu personeli Türkiye'de eğitim alıyor. Sivil - idari altyapılarda fiziksel şartların iyileştirilmesi için belediyelerin, kadın sığınma evlerinin, yetimhanelerin, anaokullarının onarım, tadilat-tefrişat işleri gibi birçok faaliyet gerçekleştiriliyor. Afrika'nın dünyaya daha fazla açılması için havaalanlarının modernizasyonu, karayolu inşası gibi ulaşım altyapıları güçlendiriliyor. Kıtanın dünyaya kendi sesini daha güçlü duyurması için medya altyapıları iyileştiriliyor ve teknik personel yetişmesi sağlanıyor. Komorlar, Tunus, Namibya, Mozambik, Uganda gibi birçok ülkede radyo istasyonları kuruluyor; böylece istihdam imkânı sağlanırken, aynı zamanda eğitim, sağlık, aile gibi pek çok konuda da yerel halk bilinçlendiriliyor.
Terörün en büyük kaynağı; adaletsiz dünya düzeni ve fakirliktir. Eşşebap, El Kaide, DAEŞ, Boko Haram gibi terör örgütleri; az gelişmiş, toplumun büyük kesimlerinin cehalete ve fakirliğe itildiği, adaletin tesis edilemediği ve zamanında zenginleşmiş devletlerin içindeki çıkar odaklarının haksız rekabeti devam ettirmeye çalıştığı çatışma bölgelerinde daha rahat yuvalanarak, halkın içinde oluşan isyan ve mağduriyet duygularından besleniyor ve bir takım irrasyonel süreçler neticesinde halk, terörizm batağına düşüyor. Türkiye bu açıdan kimsenin gidemediği riskli coğrafyalarda terörün de önünü kesecek, genç nesilleri, terör mağduru kadın, çocuk ve yaşlıları destekleyecek eğitim ve gelir getirici projeler hayata geçiriyor.
Tüm bu yardımlar özünde medeniyetimizin kadim değerlerinden beslenmekte ve “Türk Tipi Kalkınma Yardımı Modeli" denilebilecek yeni bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım; belli ülkelerin sömüren, belli ülkelerin sömürülen olduğu bir işleyişe karşı çıkarak, geçmişte ellere ve ayaklara vurulan prangaların bugün zihinlere vurulmaması için mücadele etmektedir. Dünyanın belki en zengin kıtası olan Afrika ve diğer mazlum coğrafyalar ancak bu şekilde refaha kavuşacaktır. Bu açıdan, Sayın Cumhurbaşkanımız'ın “Dünya 5'ten büyüktür" mesajı da, Afrika gibi mazlum coğrafyalara uzanarak, onların mağduriyetini ve sesini küresel zemine taşımaktadır.