Kadim Geçmişten Modern Geleceğe: Yeni Özbekistan 03.08.2022
İnsanı merkeze alarak barışı, refahı, ilmi ve irfanı yükselten, insanlık tarihine altın çağlar yaşatan bir medeniyetin bugünkü mirasçıları bizlerin sorumluluğu ağırdır. O altın çağların mimarları atalar, geride geleceğe, ahfada yol gösterici işaretler de bırakmışlardır.
KADİM GEÇMİŞTEN MODERN GELECEĞE: YENİ ÖZBEKİSTAN
Ülkeler, coğrafi konumlarının ve imkânlarının yanında tarihleri, o tarihte ve ait oldukları kültür ve medeniyet daireleri içerisindeki yerleri ve bıraktıkları izlerle bir kimlik ve önem kazanırlar. Tarih boyunca Mâverâünnehr olarak adlandırılmış Amuderya ve Sirderya havzası da Türkistan coğrafyasında insan yaşamı için ne elverişli imkânları sunmuştur. Bu imkânlar yalnızca bereketli topraklar ve su kaynakları ile sınırlı kalmamıştır. Aynı zamanda Mâverâünnehr; Uzak Doğu’yla Güney Asya, Anadolu, Ortadoğu, Akdeniz ve Avrupa arasında hem ticaretin hem de binlerce yıllık farklı inanç, kültür, gelenek, düşünce ve medeniyet unsurlarının taşıyıcısı İpek Yolu’nun en canlı ve mümbit merkezlerine ev sahipliği yapmıştır.
Bu özelliklerinden mütevellit Mâverâünnehr, siyasetten ekonomiye, ilimden irfana, kültürden medeniyete kadar oluşmuş muazzam birikimiyle hem Türkistan’ın hem tarihimizin ve insanlık tarihinin ehem bir bölgesi olagelmiştir.
Kardeş Özbekistan Cumhuriyeti, Türk Dünyasının ve insanlığın müşterek değeri olan böylesi kadîm ve büyük bir mirasın üzerinde kurulmuştur. Bu köklü ve büyük miras sebebiyle tüm Türkistanlı kardeşlerimiz yaklaşık yüz elli yıl bağımsızlıklarından mahrum kalmalarına rağmen benlik, milli kimlik, sosyo-kültürel hayat ve geleneklerinde ciddi bir kayıp ya da örselenme yaşamamışlardır. Aksine son derece güçlü bir milli kültür ve gelenek üzere inşa edilmiş kimlikle Özbekler, dokunduğu diğer coğrafyalarda büyük tahribatlar yaratan komünist rejimin asimile edici taarruzlarını geri çevirmeyi başarmışlardır.
Zikrettiğimiz kadim medeniyetin halkalarını muhakkak ki konunun uzmanları değerlendirecektir. Biz ise bu yazıda, bütüncül bir bakış açısıyla Özbekistan’ın yakın tarihine ve bugün çizilmeye çalışan yeni istikametine dair genel bir değerlendirme ve bu değerlendirmeler ışığında bazı tespitler yapmaya çalışacağız. Yirminci yüzyılın başında Türkistan coğrafyası için Orta Asya tabirinin kullanılmaya başlandığı herkesçe malumdur. Konuların bağlamlarını gözeterek bu yazıda hem Türkistan hem Orta Asya ifadelerinin birlikte kullanılması tercih edilmiştir.
Yukarıda da değinildiği üzere hem tarihi hem de coğrafi özellikleriyle ve imkânlarıyla bir bütün olarak ele alındığında Özbekistan’ı modern tabirle Orta Asya’nın beyni olarak nitelemek yanlış olmasa gerektir. Bu benzetmeyi yapmamızın tarihi, siyasi ve sosyo-ekonomik nedenleri mevcut. Bugünkü Özbekistan toprakları üzerinde tarihin farklı dönemlerinde pek çok devlet kurulmuştur. Ağırlıklı olarak Türk devletlerinin teşkil ettiği bu siyasi bakiye bu bölgenin zihniyet dünyasında ve sosyolojisinde güçlü bir devlet telakkisi ve aklının oluşmasını sağlamıştır. Özellikle kriz yönetimlerinde etkin, sorunlara soğukkanlı ve çözüm odaklı yaklaşım, öngörülü ve kararlı tutum geliştirebilme kabiliyeti, özellikle bağımsızlıktan bu yana Özbekistan devlet yönetiminin öne çıkan karakteristiğidir.
Bunun en açık göstergesi, iki yıl gibi kısa bir sürede yani bağımsızlığa dair çok boyutlu bir siyasi, sosyal ve ekonomik hazırlık süreci geçirmeden egemen ve bağımsız bir devlet dönüşen Özbekistan’ın büyük kırılmalar ya da bölünmeler yaşamadan otuz yılı geride bırakmış olmasıdır. Öne çıkan başlıca gerçek, Özbek yöneticilerin kendi ifadeleriyle çok milletli, çok dilli ve çok dinli bir sosyal yapıya sahip Özbekistan’ı kendi iç dinamiklerini ve başka coğrafyalarda ayrışmalara hatta daha olumsuz durumların yaşanmasına yol açan farklılıkları başarıyla yönetmiş olmalarıdır. Bu yapısıyla Özbekistan, hemen güney sınırında Afganistan’daki yangının tüm Orta Asya’yı sarmasına engel olurken, komşu devletlerde zaman zaman şiddet olaylarına dönüşebilen iktidar değişimleri ya da başta Fergana Bölgesi gibi sınır hatlarında yaşanan ve uzun vadeli mücadelelere dönüşme potansiyeli olan kardeş kavgalarını da suhuletle ve barışçı politikalarla çözüme kavuşturabilmiştir.
Şüphesiz burada satırlarımıza konu olan hadiseler ve bu hadiselerin cereyan ettiği zamanlar, gerçekte bunları yazmak kadar kolay olmamıştır. Bağımsızlığın otuzuncu yılına kadar geçen süre Özbekistan’la birlikte tüm kardeş Türk Cumhuriyetleri için bir kuruluş dönemi olarak nitelendirilebilir. Her şeyden evvel yeni tesis olmuş bir devletin kurumsallaşması, milli bir kimliğe kavuşması ve tamamen devletçi bir ekonomik sistemden liberal serbest piyasa ekonomisine geçmesinin ne kadar zorlu olduğu aşikârdır. Bu zorlu tekâmül süreci, zaman zaman küresel güç merkezlerinin özelde Özbekistan’ın kaynaklarına yönelik tasarıları ve Orta Asya’nın beyni olma özelliğinden yararlanma arzuları, genel de ise bölgeye yönelik yeni rekabet ve mücadele eksenli projeleriyle daha sıkıntılı bir hal almıştır.
Özbekistan özelinde bölgeye yönelen ve iyi niyetten uzak oldukları apaçık ortada olan küresel güçler; başta FETÖ ve El-Kaide gibi pek çok terör örgütüyle birlikte uluslararası ekonomik ve siyasi yaptırımları da yerli ve milli bir duruş sergileyen Özbekistan’a karşı birer enstrüman olarak kullanmışlardır. Bu bağlamda Özbekistan’ın en önemli ihracat ve istihdam ürünü pamuk ve bu pamuktan üretilen tekstil ürünlerine dünya çapında bir ambargo konulmuştur. Bu durum, merhum İslâm KERİMOV liderliğindeki Özbekistan yönetimini, ekonomiden kalkınmaya, eğitimden dış politikaya her alanda geliştirilen ve uygulanan politikalarda milli güvenliği merkeze alan, diğer bir ifadeyle güvenlikçi ve güvenlik kurumlarının etkilerinin son derece güçlü olduğu bir siyaset ve yönetim modeline zorlamıştır.
Özbekistan’ın kuruluş döneminde izlemek zorunda kaldığı yönetim politikası, yukarıda da işaret edildiği üzere ülkenin sosyal ve siyasi birliğine yönelik muhtelif türdeki taarruzları bertaraf etmede etkili olmuş ve ülkeyi salimen bağımsızlığın otuzuncu yıllarına taşımıştır. Ancak bu durumun, Özbekistan’ın var olan güçlü potansiyelini kullanarak, Orta Asya’nın en kalabalık nüfusunun refah düzeyini artıracak ekonomik ve sosyal kalkınma sürecini geciktirdiğini de belirtmek gerekir. Nerede ve nasıl sona ereceği belli olmayan Afganistan’daki yangının tüm Orta Asya’yı sarmasının önü alınmıştır. İslâmı referans aldıkları iddiasıyla ülkemiz de dâhil olmak üzere başta Ortadoğu’da ve Afrika’da İslâm dünyasının ve tüm insanlığın huzur ve refahını hedef alan FETÖ, DAEŞ ve türevleri terörist unsurların Özbekistan üzerinden Orta Asya’da yaşam alanı bulmaları imkânsız hale gelmiştir. Böylelikle, İslâm’ın ilmi ve irfani mesajlarını, medineli yani medeni yönünü, estetiğini, huzur-güven ve refah mesajlarını insanlığa ileten yüzlerce yıllık bir mirasın ve medeniyetin büyük bir felakete uğraması engellenmiştir. Bugün dâhi ikiz kız çocuklarına Fatıma ve Zehra, ikiz erkek çocuklarına da Hasan ve Hüseyin isimlerinin verilmesi istisnasız bir gelenektir. Bu suretle Yesevi-Hanefi-Mâtûrûdi İslâm anlayışının merkezinde Ehl-i Beyt sevgisinin zirveye ulaşmasının ve cem edilişinin muazzam manasının son derece önemli olduğu muhakkaktır.
Diğer yandan Özbekistan, komşularla iyi ilişkileri daima gözetmiş, izlemiş olduğu tarım, su, enerji ve ulaşım politikalarıyla bölgesel istikrara önemli katkılar sunmuştur. Özbekistan, alt yapı yetersizliklerine ve zaman zaman bu konuda sıkıntı yaşamasına rağmen özellikle tarıma dayalı gıda üretim kapasitesini düşürmeyerek, hem kendi ihtiyacını hem de bölge ülkelerinin ihtiyaçlarını karşılayarak bölgedeki ekonomik ve siyasi istikrarın sürdürülebilirliği noktasında kritik bir rol oynamıştır.
Türkiye, diğer Türk Cumhuriyetlerini olduğu gibi Özbekistan’ın da bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmasına rağmen, kuruluş döneminde ikili ilişkilerde tam bir istikrardan söz etmek mümkün değildir. Bu durumun en önemli nedeni, Türkiye’den daha erken bir dönemde FETÖ’nün gerçekte ne olduğunun Özbekistan tarafından anlaşılması, Özbekistan’ın bu hassas konuda Türkiye’den beklentilerinin FETÖ mensupları tarafından yapılan engelleme ve yönlendirmelerle karşılanamamış olmasıdır. Zira bir müddet akamete uğrayan iki kardeş ülkenin ilişkilerinin normalleşmeye başlaması da yine bu konuyla ilgilidir. FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetini ve bürokratik sistemini yargı marifetiyle felç etmeye dönük teşebbüsünün akabinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından FETÖ, uluslararası bir istihbarat ve terör örgütü, elebaşı da bu örgütün lideri olarak resmen ilân edilmişti.
Bu açıklamanın üzerinden çok geçmeden merhum İslâm KERİMOV “artık Türk kardeşlerimizle aynı saftayız, görüşmemiz için hiçbir engel kalmadı” demiştir ve 2014 Şubat ayında Soçi’deki kış olimpiyatlarında iki liderin görüşmesi gerçekleşmiştir. Son derece olumlu geçen görüşmenin devamında iki liderin karşılıklı ziyaretleri planlanmış olsa da, önce Türkiye’deki daha sonra Özbekistan’daki seçimler sebebiyle ziyaretler gerçekleşememiştir ve Özbekistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Sayın İslâm KERİMOV 2 Eylül 2016’da vefat etmiştir. Ancak onun vefatından önce, iki kardeş ülke arasında artık yeni bir dönem başlamıştır.
Bu yeni dönemde iki ülke ilişkilerini bir yıl gibi kısa bir sürede stratejik ortalık düzeyine taşıyan iki ismin altını özellikle çizmek gerekir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN ile merhum İslâm KERİMOV’un yol arkadaşı ve vefatına kadar on üç yıl kabinesinde Başbakan olarak görev yapan Şevket Miramanoviç MİRZİYOYEV. İki liderin, Türkiye ile Özbekistan’ın geçmişinin bir olduğu gibi geleceğinin de aynı temel ve hat üzerinde şekilleneceğine dair stratejik yaklaşımlarıyla kişisel dostlukları ilişkilerdeki yeni dönemin karakteristiği olmuştur.
Yeni Özbekistan Modelinin Tarihi Arka Planı
Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket MİRZİYOYEV’in göreve gelmesiyle, başta kalkınma politikaları ve dış politika olmak üzere hemen her alanda gözle görülür ve son derece hızlı bir değişim/dönüşüm başlamıştır. Bunun nedeni şüphesiz ki Sayın MİRZİYOYEV’in, uzun yıllar Özbekistan’ın farklı bölgelerinde yerel yöneticilikle başlayan ve yaklaşık on üç yıl merkezi yönetimde Başbakan olarak devam eden kariyerinin önemi büyüktür. Göreve gelmesiyle alınan kararlar ve uygulamaya konulan reformlar, mevcut sorunlara hakim olmanın yanında bunların çözümüne yönelik birikime sahip bir lider olduğunu ortaya koymuştur.
Özbekistan’daki reformların sistematize edilmiş hali 2017-2021 Özbekistan Kalkınma Strateji Belgesi’dir. Söz konusu reform manifestosu, 2016 yılı sonunda Sayın MİRZİYOYEV’in “Özbekistan asla ve asla geçmiş yıllara dönmeyecektir” vurgusuyla kamuoyuna açıklanmıştır. Dövizde dalgalı kura geçilmesi, yabancı yatırımcıların hukuki ve mali haklarını garanti altına alan yasal düzenlemelerin yapılması, yatırım teşvikleri, Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik sürecinin başlatılması, güvenlik kurumlarını sorumluluk alanlarıyla sınırlayan ve yine bu alanda yeni kurumların ihdas edilmesi, okul öncesinden yükseköğretime kadar eğitim alanın yenilenmesine ilişkin düzenlemeler söz konusu reformlar silsilesinin öne çıkanlarıdır.
Cumhurbaşkanı Sayın Şevket MİRZİYOYEV liderliğindeki Özbekistan’ın, adeta aradığını kaybettiğin yerde bulursun felsefesiyle mütenasip, modernleşme çabalarının köklü gelenek temeli üzerinde sürdürüleceği aşikârdır. Bu şekilde belirlenen gelişme modelinin, görece uzun vadeli, gelecek nesle istikamet tayin edici milli bir gayeye de ihtiyacı olacağı şüphesizdir. 31 Ağustos 2020'de Özbekistan'ın bağımsızlığının yirmi dokuzuncu yıldönümü törenlerinde uzun bir konuşma yapmıştır.
Konuşmasında Sayın MİRZİYOYEV, Türk-İslâm tarihinde Harezmî’den Birûnî’ye, İbn Sina’dan Uluğ Bey ve Ali Kuşçu’ya bilim, kültür ve sanat alanlarında insanlık tarihine yön vermiş birinci(10-11.yüzyıllar) ve ikinci(14.-15.yüzyıl) altın çağların; kadim Mâverâünnehr topraklarında kendilerinin Yeni Özbekistan idealinin temeli olduğunu vurgulamıştır. Hemen akabinde kurulan Yeni Özbekistan Üniversitesi, yayın hayatına başlayan Yeni Özbekistan Gazetesi ve başkent Taşkent’te bin dönümlük alanda teşkil edilen ve yapımını bir Türk firmasının gerçekleştirdiği Yeni Özbekistan Parkı, ortaya koyulan yeni milli gayeyi Özbek halkının havsalası ve idrakiyle buluşturmaya yönelik somut adımlardır.
Özbekistan yönetimince her alanda yenilenme, gelişme ve kalkınmayı işaret eden Yeni Özbekistan ideali; 20. yüzyılın başında Çarlık ve devamında Bolşevikler’in baskı ve engellemelerine maruz kalan Ceditçilik Hareketi’nin akamete uğrayan yenileşme hareketlerinin ve hedeflerinin en güncel halidir. Söz konusu ideal, iyi yetişmiş, donanımlı insan kaynağını öncelikli unsur kabul etmenin yanında, ferdin gelişiminden ülkenin gelişimine, kalkınmasına ve refah düzeyinin artmasına temas eden farklı boyutlarıyla bütüncül bir yapıya sahiptir.
Özbekistan’ın yeni idealinin tarihi arka planının, İstanbul-Kazan-Bakü-Buhara-Taşkent hattında vücut bulup tekemmül etmiş Ceditçilik hareketi mensupları da toplumsal dönüşümün, modernleşmenin, gelişme ve kalkınmanın gelenekle bütünleşmiş, çağın ihtiyaçlarına cevap verebilen beşeri sermayenin teşkiliyle mümkün olduğuna inanıyorlardı. Her iki düşünce hareketinde ortak amaçlardan bir diğeri; Özbekistan’ın geleceğine inanmış, özgüveni yüksek ve milli kimliği oluşmuş, iyi eğitimli, donanımlı, her gün hızla gelişen ve değişen dünyayı okuyabilen yeni bir nesli ve kadroları yetiştirebilmektir.
Ceditçilik; yenilenme ve özgürlük, adalet ve eşitlik, aydınlanma ve milli kimlik fikirlerinin aksiyona dönüştürülme gayretidir. Uzun süre cehalet ve fakirliğin pençesine düşmüş, yine bu vaziyet nedeniyle geleceğe dair var oluş inancındaki azalma, benlik duygusunun yok oluşu ve devamında milli kimlikte meydana gelen aşınmalar nedenleriyle milli kimlik ve milli ideal sıkıntısı yaşamıştı Türkistan halkı. Yılların birikimi bu ataletin ve çoraklığın çaresi olarak Ceditçiler kız ve erkek vatandaşlara ayrım gözetmeden modern bilimlerin okutulduğu ve mesleğe dönük eğitim kurumlarıyla işe koyulmuşlardı. Türkistanlı çocukları/gençleri eğitim amacıyla yurtdışına gönderme girişimleri, tiyatrolar, kütüphaneler ve müzeler, gazete ve dergiler, hayır kurumları teşkil edilişi bu cümleden sayılabilir.
Mahmud Hoca Behbudi, Abdulla Avlani, Abdurauf Fitrat, Abduhamid Çolpan, Sadriddin Ayni ve daha pek çok tarihi şahsiyet, Cedit fikirlerinin tanıtılması ve yayılması alanında bayrak taşıyıcıları olmuşlardır. İdealleri ise, tıpkı Yeni Özbekistan mefkuresinde olduğu gibi Türkistan'ın kendi kalkınma yolunu geliştirmek ve bu minval üzere kalkınmayı temin etmek için gayret göstermekti. Aslında yüksek şuur, komünist rejim boyunca da ortadan kalkmış değildi, belki küllenmişti.
16 Temmuz 2021'de Cumhurbaşkanı Şevket MİRZİYOYEV tarafından imzalanan kararnameyle Özbekistan İslam Medeniyeti Merkezi'ne Yeni Özbekistan modelinin yaygın olarak tanıtılması, bu modelin ilmî ve manevî temellerini güçlendirmek, gençleri vatan sevgisi, milli ve dini değerlere saygı, İslam medeniyetinin gelişmesi, geliştirilmesi ve dünya ölçeğinde tanıtımına yönelik talimatlar verilmişti. Burada Sayın MİRZİYOYEV’in Birleşmiş Milletler’in 72. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada; İslâm’ın asla ve asla terörizmle yan yana anılamayacağını ifade ederek, gerçek İslâm’ı tanımak-anlamak isteyenleri Özbekistan’a davet ederek onlara İmam Maturidi’yi, İmam Tirmizi’yi ve Mâveraünnehr’in bağrında yetişmiş âlim ve ârifleri tanımaları gerektiği çağrısını da hatırlamak gerekir. Yine aynı kürsüden Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın vermiş olduğu Dünya Beşten Büyüktür mesajı ve Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket MİRZİYOYEV’in yukarıdaki çağrısı; gerek bölgesel gerekse küresel siyaset için hayli önemli mesajlardı. Kardeş iki ülke liderinin bu güçlü iradelerinin müşterek mesai ve politikalarla bütünleşmesi, hem İslâm dünyasının hem de insanlığın yaşadığı pek çok krizde ön alıcı ve krizlerin çözümüne yönelik ortak bir aklın geliştirilebileceğinin somut göstergesiydi.
Özbekistan’ın katılımıyla Türk Konseyi’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na dönüşmesi de, yukarıdaki tespiti doğrulamaktadır. Var olan ekonomik, sosyal, siyasi ve stratejik potansiyeliyle Özbekistan’ın Türk Konseyi’nde bulunmayışı büyük bir eksiklikti. “Bu Türkistan ki, bütün Türk halklarının vatanı, bu vatanın kapıları tüm Türklere sonuna kadar açıktır” diyen Sayın MİRZİYOYEV liderliğinde geçmişin birikimiyle geleceği inşâ etmeyi politikaya dönüştürmüş yeni Özbekistan yönetimi, bu eksikliği gidermiş oldu.
Son Tahlil
Coğrafi ve stratejik olarak Orta Asya’nın beyni olarak nitelendirebileceğimiz Özbekistan’ın çok yönlü imkânlara ve büyük bir potansiyele sahip olduğuna yukarıda değinilmişti. Bunların başında, yaklaşık %65’i 30 yaşa kadar olan gençlerden müteşekkil 35 milyonu aşan nüfusu gelmektedir. Kanaatimizce söz konusu bu yüksek genç nüfus oranı, Özbekistan yönetimince planlanan değişim ve kalkınma sürecinin de temel dinamiği olacaktır. Sosyolojik olarak gençlik, gelişmelere ve değişimlere hızla ayak uydurabilmek, kabul edebilmek ve yine süratli bir şekilde benimseyebilmeyi işaret eder. Bu aynı zamanda, iyi ve donanımlı bir şekilde yetiştirilmek kaydıyla her gün gelişen teknoloji temelli sanayi ve endüstriyel yatırım alanlarında ihtiyaç duyulacak hazır bir beşeri sermaye gücü demektir. Bu bağlamda Özbekistan’ın, okul öncesi eğitimden üniversite düzeyine eğitim alanındaki reformları tavizsiz bir şekilde sürdürmesi büyük önem arz etmektedir. Özellikle eğitimin temel taşı eğitim kadrolarının yetiştirileceği yeni eğitim fakültelerinin açılması önemli bir husus. Eğitim alanında yakın-orta ve uzun vadeli planlama çalışmaları, Özbekistan’da devam etmekte olan reformların kurumsallaşması ve sonuç verici bir nitelik kazanması için önemli bir husustur. Eğitim alanında yapılacak esaslı ve köklü bir yenileşme, Özbekistan yönetimi tarafından ortaya koyulan ideallerin gerçekleşmesi için zaruri olan zihniyet dönüşümünü de temin etmiş olacaktır.
Tarımdan toprak sanayiine, madencilikten imalat sanayinin hemen tüm sektörleri için Özbekistan’da büyük imkânlar mevcut. Aynı zamanda Özbekistan’ın geleceğinde ve kalkınmasında kritik bir önemi haiz yatırım ve ticaret konusunda başlatılan kamu yönetimi ve hukuk reformlarını da, Özbekistan’ın istikbalinin mütemmim cüzü gördüğümüzü ifade etmeliyiz. Bu reformların kurumsallaşmasıyla Özbekistan’ın bir üretim ve ihracat üssü olmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Zira Özbekistan, coğrafi imkanları, iş gücü, hammadde imkanı ve üretim tecrübesi bakımında Orta Asya’nın sanayi bölgesi konumundadır. Doğu-Batı aksındaki ulaşım ağına Güney-Kuzey hattında özellikle TransAfgan demiryolunun tam kapasite ile devreye alınmasıyla, Özbekistan’da üretilen ürünlerin Pakistan limanları üzerinden ulaşacağı yeni pazarlar ve Hindistan’a erişim kolaylığı, Özbekistan’a 3,5 milyarlık nüfustan oluşan büyük bir pazara hitap edebilme kabiliyeti kazandıracaktır.
Türkiye ve Özbekistan gibi iki kardeş halkın, sosyolojisinin, sosyal psikolojisinin ve zihniyet dünyasının aynı oluşu; hemen her alanda olduğu gibi eğitim alanında da her iki ülkenin yakın işbirliği içinde olması için yeni fırsatlar sunmaktadır. Özbek yöneticilerin de ifade ettiği üzere Özbekistan, başta yükseköğretim olmak üzere orta öğretim alanında da hem devlet kurumlarıyla hem özel sektörümüzle işbirliğine hazırdır. Yükseköğretim alanında devlet ve vakıf üniversitelerimizin, her bölümü içinde barındıran bir üniversite modelinden ziyade, tematik fakülte ve üniversite yapılarının Özbekistan’a daha fazla katkı sağlayacağı kanaatindeyim.
Bu güçlü potansiyellerin yanında, etkileri ve söz konusu etkilerin sonuçları itibariyle gelecekte Özbekistan ve bölge için hayli bir soruna da değinmemek olmaz. Aral Gölü’nün farklı sebeplerle kurumasıyla toplam su rezervinin %90’nından fazlası çekildi ve geride zehirli toz ve tuz kalıntılarından oluşan bir çöl kaldı. Rüzgar marifetiyle taşınan ve insan sağlığı için son derece zararlı etkileri olan bu toz, aynı zamanda hayvan sağlığını ve mevcut durumda kısıtlı haldeki tarım alanlarını da tehdit etmektedir. Ülkemiz, başta TİKA olmak üzere 2014 yılından bu yana kurumlarımızla bu çevre felaketiyle mücadeleye ilişkin Özbekistanla işbirliği halinde önemli katkılar sağlamaktadır. Yapılan projelerle hem kuruyan alana, hem de felakete doğrudan maruz kalan Harezm ve Karakalpakistan bölgesine Türkiye’nin sağlık personeliyle ve buradaki sağlık alt yapısının iyileştirilmesi suretiyle müdahale edilmektedir. 2018 yılında Taşkent’te düzenlenen uluslararası forumda Aral çevre felaketiyle mücadelede TİKA tarafından gündeme getirilen saksavul ormanları oluşturulması önerisi, Birleşmiş Milletlerce uluslararası bir projeye dönüştürülmüştür. Aral Gölü’nün kuruması, yalnızca bir çevre sorunu olarak düşünülmemelidir. Bu havzadan Doğu Avrupa’ya, Kazakistan’a, Türkmenistan ve hatta İran’a ulaşan zehirli toz ve tuz, tarım arazilerini ekilemez, yerleşim yerlerini de yaşanmaz hale getirmektedir. Kanser ve kronik solunum yolu ve üroloji hastalıkları, söz konusu tozun ulaştığı yerlerde hızlı bir artış göstermektedir.
Bu durumun daha da yaygınlaşması halinde bölge ülkeleri içerisinde bir göç yaşanması, bunun yeni sosyal ve ekonomik sorunlar doğurması, tarım arazilerinde yaşanacak kayıp nedeniyle bölgenin artan nüfusunun ihtiyaç duyacağı gıda tedarikinin sağlanamaması, hem gıdaya erişimde hem de fiyat istikrarında bozulmaları tetikleyebilir. Yaşanacak bu sıkıntıların, başka alanlardaki istikrarın sürdürülebilirliğine olumsuz etkileri olacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Netice itibariyle Aral havzasında yaşanan bu çevre felaketi, yalnızca Özbekistan ve bölge ülkelerinin gayretleriyle bertaraf edilmesi mümkün olmayıp, uluslararası toplumun mutlaka katkı vermesi gereken bir konudur.
Kültür diplomasisi alanında Bakanlığımız ve Bakanlığımıza bağlı kurum ve birimlerimizle Özbekistanla yakın işbirliğine devam etmeyiz. Şunu özellikle belirtmek gerekir ki; Türkiye ve Özbekistan’ın kardeş iki devlet ve millet olduğu, aslında binlerce yıllık tarihimizde zaten kayıtlı bir gerçektir. Geçen otuz yıl içerisinde bu gerçek yeteri kadar dile getirilmiş olmalıdır. İçinde bulunduğumuz zaman, insanlığın en medeni kavramları dahi ter yüz eden sorunlarına dair Türkiye ve Özbekistan’ın dünyaya vereceği mesajların çok daha önemli olduğu, dahası dünyanın da buna ihtiyacı olduğu açıktır. Tarihiyle, Türk ve İslâm medeniyeti içindeki yerleriyle, insanlığa iyiliği-adaleti-eşitliği ve refahı tavsiye eden ve bu çerçevede binlerce yıllık rafine bir bilgi ve düşünce mirasına sahip her iki ülkenin, ortak kültürel faaliyetler düzenlemesi öncelikli konularımızdandır. Yunus Emre’den Bâhauddin Nakşbend’e, Ali Kuşcu’dan Birûni’ye, Uluğ Bey’e, Hacı Bektaş’a kadar; düşünceleriyle ve faaliyetleriyle bugün insanlığın içinde bulunduğu kaotik vaziyetlere karşı mesajlarıyla nefes ve umut olacak bu tarihi miras, kurumlarımız marifetiyle Birleşmiş Milletler’de, Paris’te, Pekin’de, Londra ve Washington’da düzenleyecekleri etkinliklerle önemli bir görevi ve sorumluluğu yerine getirmiş olacaklarıdır.
İnsanı merkeze alarak barışı, refahı, ilmi ve irfanı yükselten, insanlık tarihine altın çağlar yaşatan bir medeniyetin bugünkü mirasçıları bizlerin sorumluluğu ağırdır. O altın çağların mimarları atalar, geride geleceğe, ahfada yol gösterici işaretler de bırakmışlardır. Hükümdar, matematikçi, astronom ve hafız Uluğ Bey’in Buhara’nın Gucduvan bölgesinde inşâ ettiği medrese bu işaretlerin en anlamlı ve etkileyici örneklerinden biridir. Uluğ Bey Gucduvan’daki medresesini, Orta Asya sûfi geleneğinin en önemli silsilesi Hâcegân’ın kurucusu Abdulhâlık GUCDÜVÂNÎ’nin kabrinin hemen karşısına inşâ etmiştir. Yine Hâcegân silsilesinden gelen, Müslümanlar için dünya ve ahiret dengesini en veciz ve rafine biçimde dil yâr dest be kâr-gönül Allah’ta, el işte diyerek tüm zamanlara hitap eden bir yaşam felsefesi ortaya koyan Bâhâüddin Nakşbend’in fikrî ve manevi mirası bugün hâlâ bu medeniyetin mirasçılarına rehberlik etmektedir. Bedenden ruha, maddeden mânâya, akıldan kalbe bir iç içe geçmişliğin ve denklem üzerine oluşturulan bir zihniyet dünyasının yansıması bu görüntünün anlamı; yalnızca arayanların bulabildiği, aradıklarını da kaybettikleri yerde bulabilecekleri düşüncesi değil midir?
Abdülhalik GUCDUVANİ’nin kabri ve Uluğ Bey Medresesi, Gucduvan/BUHARA
Not: Bu yazı, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan Yeni Türkiye Dergisi'nin 125. Özbekistan Özel Sayısı için kaleme alınmıştır.