KRİZ DEĞİL BAĞIŞIKLIK AŞISI 04.03.2017
Son üç-dört yıla bakıldığında ülkemizin sanki bir alacakaranlık kuşağından geçtiği düşünülebilir. Mayıs 2013 Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık 2013 Kumpası, 6-7 Ekim 2014 olayları, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi, terör saldırıları, sözde siyasi ve medya yapılanmaları üzerinden algı operasyonları, turizm sektörünün yara alması, uluslararası medya dezenformasyonları, kredi derecelendirme kuruluşlarının haksızlıkları, terör örgütlerine bazı ülkelerin arka çıkması, Suriye Savaşı’nın getirmiş olduğu bölgesel istikrarsızlık ve mülteci sorunu, ihracat pazarlarında savaş ve krizle talebin düşmesi gibi hadiseler ciddi yükler oluşturdu. Bu tehditlerin çoğunu aşan ülkemiz; basit siyasi, finansal ve medya operasyonlarıyla alaşağı edilen ülke portresinden uzaklaştığını kanıtlamıştır. Bu noktada birçok tehdide rağmen Türkiye’nin içine kapanmayıp, mücadele kapasitesini artıran güçlü yanlarına bakmakta fayda var.
İnşirah Suresi’nde her zorlukla beraber kolaylık olduğu belirtilir. Devamında, inananlar için kalkıp yorulmaları (çalışmaları) emredilir. Zihin dünyamıza işlemiş bu inanç, bir açıdan Amerikan tarzı yönetim çalışmalarında da SWOT Analizi olarak bilinen yöntemle ele alınır. Esasen Batı zihninin “tehdidi nasıl fırsata çeviririm düşüncesinin” yansıması olan SWOT ile herhangi bir kurumun; güçlü yönleri (Strength), zayıf yönleri (Weakness), fırsatları (Opportunity) ve tehditleri (Threat) tanımlanarak; nerede durduğu, hedefine ulaşmak için hangi imkânlara sahip olduğu ve ne tür engellerin aşılması gerektiği incelenir. Devlet ve millet olarak tam da böyle bir dönemden geçiyoruz.
Zorlu meydan okumalar
Son üç-dört yıla bakıldığında ülkemizin sanki bir alacakaranlık kuşağından geçtiği düşünülebilir. Mayıs 2013 Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık 2013 Kumpası, 6-7 Ekim 2014 olayları, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi, terör saldırıları, sözde siyasi ve medya yapılanmaları üzerinden algı operasyonları, turizm sektörünün yara alması, uluslararası medya dezenformasyonları, kredi derecelendirme kuruluşlarının haksızlıkları, terör örgütlerine bazı ülkelerin arka çıkması, Suriye Savaşı’nın getirmiş olduğu bölgesel istikrarsızlık ve mülteci sorunu, ihracat pazarlarında savaş ve krizle talebin düşmesi gibi hadiseler ciddi yükler oluşturdu. Bu tehditlerin çoğunu aşan ülkemiz; basit siyasi, finansal ve medya operasyonlarıyla alaşağı edilen ülke portresinden uzaklaştığını kanıtlamıştır. Bu noktada birçok tehdide rağmen Türkiye’nin içine kapanmayıp, mücadele kapasitesini artıran güçlü yanlarına bakmakta fayda var.
2001 Krizi sonrası ülkemiz, dibe vurmuş ekonomik ve siyasi bir yapıdan, her alanda ciddiyetle devam ettirilen yeni bir sürece girmiştir. Yepyeni bir kadroyu 2002’de iş başına getiren milletimizin feraseti de her türlü takdirin ötesine geçmiştir.
Güçlü siyasi iradenin “Kalkınmacı Devlet Anlayışı” ile son 15 yılda, devlet yönetim sistemi rehabilite edilerek daha sağlam temeller üzerine oturmuştur. Ekonomik alanda, istikrarlı büyümeye ve derinleşen piyasaya, denetim mekanizması yüksek, güçlü bir mali sistem eşlik etmektedir. Enflasyonla mücadelede ciddi yol alınmış, milli gelir üç kat artarken, üretimde de verimlilik artışı sağlanmıştır. Artan ihracat miktarı ile özel sektörümüz yeni pazarlara açılmaya başlamıştır. Kapitalizmin dönüm noktalarından biri olarak görülen 2008 Krizi’nde de birçok gelişmiş ülke S-O-S verirken, dönemin Başbakanı olan Cumhurbaşkanımızın öngördüğü üzere kriz teğet geçmiş ve Türkiye ekonomisi dayanıklılığını göstermiştir. Son OECD Küresel Kalkınma Perspektifi Raporu’nda da Türkiye, son yirmi yıldır “yüksek ve sürekli büyüme” gösteren ülke olarak ekonomik istikrar anlamında sınıf atlamıştır.
AB süreci ve kazanımlar
Diğer taraftan, AB üyelik süreci de Türkiye’nin kapasite birikimine vesile olmuştur. AB Uyum Paketleri’nin geçmesi ile üyelik süreci başlarken, mülkiyet hakkı, kadın erkek eşitliği gibi konularda standartlar yükselmiştir. Türkiye bugün haksız eleştirilere maruz kalsa da; hala bu standartları koruyor. Hatta belli alanlarda AB’nin de ötesine geçmiştir. Örneğin; Avrupa›da bir terör saldırısı sonrası asker sokağa inip, devlet beş kez OHAL ilan ederken; Türkiye birçok terör saldırısına, darbe girişimine rağmen özgürlük-güvenlik dengesinde hassas hareket etmektedir. Güçlendirilen Sayıştay denetimi ile bürokraside devlet kaynaklarının etkin kullanımı için hesap verilebilirlik sistemi geliştirilmiştir.
Euro bölgesinde başlıca ekonomik istikrar ölçütü olan Maastricht Kriterleri’nde de Türkiye birçok Avrupa ülkesinin önündedir. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 60’dan yüksek olmamalıdır. Türkiye yüzde 37 ile başarısını devam ettiriyor. Yunanistan yüzde 177, İtalya yüzde 133, Portekiz yüzde 133, Belçika yüzde 108, İspanya yüzde 100, Fransa yüzde 97, Avusturya yüzde 84, Almanya yüzde 69 ile zayıf bir performans göstermektedir. Kamu bütçe açığının milli gelire oranı ise yüzde 3’ü aşmamalıdır. Türkiye yüzde 1,5 oran ile AB ortalamasından (yüzde1,9) daha iyi durumdadır. Bir zamanlar sürekli ülkemizin önüne getirilen bu kriterler, AB ülkelerinin çoğu tarafından artık uzak hedef haline gelmiştir.
Türkiye değil tüm dünya zorda
Türkiye aktif dış politikası ile uluslararası diplomaside de etkin olmaya başlamıştır. Başta yakın coğrafya olmak üzere ilişkiler yeniden tanımlanarak uzun vadeli işbirliğinin zemini güçlenmektedir. Örneğin, 2000’lerin başında Afrika ile ilişkiler yok denecekken, bugün kıtada en fazla diplomatik temsilciliğe sahip ikinci ülkeyiz. 2008’de Afrika Birliği’nin stratejik ortaklık ilan etmesiyle de ilişkiler her alanda derinleşmeye başlamıştır.
Ayrıca TİKA, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), AFAD, Yunus Emre Enstitüsü ve yeni kurulan Maarif Vakfı’nın faaliyetleri ile dış politika, sahada insani diplomasi ile perçinlenmektedir. BM göç verilerine göre 2015’de, yüzde 16 ile dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran Türkiye, insani yardımlarda da miktar bakımından dünyada ikinci (3,2 milyar dolar), milli gelire oranla ise birinci olmuştur (yüzde 0,37). Türkiye yaşanan zorluklara ve dünyanın en büyük 18. ekonomisi olmasına rağmen adeta cömertlik dersi vermektedir.
Son 15 yılda gelinen nokta, gelecek adına Türkiye’ye yeni fırsatlar sunuyor. En başta; ülkemiz, önemli pazar fırsatlarıyla karşı karşıyadır. Sadece yakın coğrafya hesaba katıldığında Türkiye, 1 milyarın üzerinde nüfusa sahip bir ticari pazarın kavşak noktasındadır. Sömürge geçmişine sahip olmaması, Afrika’yla ticari ilişkilerde ülkemize teveccühü artırmaktadır. Latin Amerika, Pasifik gibi daha uzak pazarlara erişimde ise Güney-Güney İşbirliği ve Serbest Ticaret Anlaşmaları gelişmeye açıktır.
Ülkemizin küresel anlamda önünü açacak bir diğer fırsat alanı; insani diplomasidir. En az gelişmiş ülkelere (EAGÜ) son 5 yılda 1,6 milyar dolar kalkınma yardımı sağlanması; Somali, Myanmar gibi bölgelere birçok ülke giremezken Türkiye’nin girebilmesi; Dünya İnsani Zirvesi, EAGÜ Konferansı gibi uluslararası zirvelere ev sahipliği yapması ülkemizin insani diplomaside etkili çözüm odaklarından biri olmasına katkı sağlıyor. Ayrıca Cumhuriyet tarihinin en fazla yurtdışı ziyaretinde bulunan siyaset adamı olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın «Dünya 5›ten büyüktür.» mesajı da insani diplomasinin söylem zeminini güçlendirmektedir.
Diğer milletlerin de sıkıntılar yaşadığı unutulmamalıdır. Örneğin, terör tüm dünyanın sorunu haline gelmiştir. Avrupa’da olduğu üzere gelişmiş ülkeler dahi terörle mücadelede zorlanmaktadır. Diğer taraftan, 65 yıllık uğraşla AB çatısı altında toplanan ülkeler Brexit sonrası (Frexit, Spexitvb) ayrılıktan bahseder oldu. Siyasi sorunlar bir kenara, yaşlanan nüfus ile Avrupa sanayisinin emek ve rekabet gücü risk altındadır. Ayrıca kıtayı yıllarca kana bulayan aşırı yaklaşımların yeniden yükselişi toplumsal barış üzerinde tehdit oluşturuyor. Özellikle göçmen krizinde Avrupa’nın başarısız bir imtihan vermesi; Akdeniz’de botların batırılması, mültecilere kötü muamele; Batı’da samimi insanlar tarafından değerlerin sorgulanmasını doğurmuştur. Kıta belki en derin krizi ilerde bu konuda yaşayacaktır.
Göçmen krizi, terör ve ekonomik kriz ile Avrupa içine kapanırken, Türkiye bu sorunların çözümü için gayret etmektedir. Yani yaşadığı birçok zorluğa rağmen ülkemiz, Batı’nın söyleyip durduğu değerlere de bir nevi kendi ruhu ile hayat vermektedir.
Diğer taraftan, döviz kurlarındaki hareketlilik de küresel bir sorundur. İniş çıkışlar sadece Türkiye’de değil, diğer ekonomilerde de yaşanıyor. Nitekim yükselen kur şimdilerde düşmeye başlamış ve kriz tellallarının hevesi boşa çıkmıştır. Aslında bu tarz hadiseler bile bir yönüyle olumlu olup, Türkiye’ye yönelik art niyetli bakışları görme açısından önemlidir.
Gelecek için dayanıklılık testi
Krizlerin doğurduğu fırsatlar açısından daha öndeyiz. Her şeyden evvel, 2016’da yaşanan saldırıları aşı bilmeliyiz. Çünkü 40 yıllık FETÖ uru temizlenirken, bir takım devşirmelerle 200 yıldır devleti ve milletimizi pes ettirmeye çalışan zihniyet tasfiye ediliyor. İki asırdır hiç olmadığı kadar ülkemizin mücadele kapasitesi artmıştır.
Beşeri sermaye açısından birçok ülkeye göre iyi durumdayız. Bu potansiyeli etkin kullanmak için her açıdan girişimcilik ruhunun gelişmesi gerekiyor. Devletimiz bir takım teşvikler sağlasa da, bu iş tüm halkımız üzerinde bir görevdir. Yani sermaye, tecrübe ve gençleri buluşturacak yeni iş modelleri üzerinde çalışılması gerekiyor. Gençlerin de moda kavram setleri dışına çıkarak özgün kavrayış biçimleri oluşturması önem arz ediyor.
Kalkınmacı anlayışın devamı için eğitim alanında ciddi değişime ihtiyaç var. Milyonlarca gencin tek tip eğitimden geçtiği bir toplumda aslında kimse yoktur. Özellikle kamu personeli seçme sınavının getirdiği; yeteneği değil hızı test eden, eleyici sistem fonksiyonunu yitirmiştir. Gençleri girişimci kadrolar yapacak, konforundan feragat ettirip, sahaya inmesini sağlayacak yöntemler üzerinde düşünülmelidir.
Diğer taraftan, Türkiye’nin ekonomik alanda üretim çeşitliliğine ve kapasite artırımına da ihtiyacı vardır. Ekonominin temeli reeldir, yani üretime dayanır. Ne kadar güçlü finansal piyasa ve hizmet sektörü olursa olsun; tüketim, sağlıklı büyüme, ihracat ve krizlere dayanıklılık için verimli ve çeşitli üretim artışı zaruridir. Bu konuda her şeyi devletten bekleme anlayışı da terk edilerek, özel sektör girişimciliği desteklenmelidir.
Geriye dönüp bakıldığında, Türkiye az zamanda çok iş yapmıştır. Son 15 yılda varılan noktaya dikensiz gül bahçesinden geçilerek gelinmemiştir. Bugün belli zorluklar olsa da milletlerin yürüyüşünde iniş-çıkışlar mukadderdir. Türkiye bu dönemden de inşallah güçlenerek çıkacaktır. “Ne dertler kalıcı ne ömür” diyerek, sıkıntıların geçici ve mücadelenin de bir süreç olduğunu bilerek sabırla medeniyet yürüyüşümüze devam etmeli, İnşirah suresinin manasını kalbimize ve aklımıza sürekli hatırlatarak zorlukların üstesinden gelmeye devam etmeliyiz.
http://www.star.com.tr/acik-gorus/kriz-degil-bagisiklik-asisi-haber-1193056/