MAZLUMLARA SAHİP ÇIKAN GÜÇLÜLERLE MÜZAKERE EDEN ÜLKE TÜRKİYE 09.09.2017

İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, yoğun diplomasi trafiği ile 20’ye yakın devlet liderini aramış ve Myanmar’ın lideri Aung San Suu Kyi ile de Arakan’da çözüm arayışı için görüşmüştür. Görüşme sonrasında, bölgeye ilk yabancı kuruluş olarak TİKA’nın yardım götürmesi Myanmar Hükümetince uygun görülmüştür. İlk aşamada Myanmar ve Bangladeş’te yaklaşık 300 bin kişiye yardımlar ulaştırılmış, daha sonraki etaplarda da toplamda en az 100 bin aileye, yaklaşık 500 bin kişiye yardım ulaştırılması hedeflenmektedir. Dünyanın duyarsızlığı karşısında, Cumhurbaşkanımız kadar Arakan ile dertlenen başka bir liderin olmadığı görülmektedir. Aslında, devletimiz ve milletimizin Arakan halkı için çırpınışı, çözüme yönelik yüksek ahlaklı duruşu bir kez daha ortaya koyarken; müesses nizamın da çözüm üretmede ne kadar ‘aciz’ kaldığını göstermektedir.

Myanmar’da son günlerde yaşanan olaylar, devlet ve millet olarak hepimizi derinden üzmüştür. Arakan ile dünyadaki ikiyüzlülüklere de bir kez daha şahit olmanın acısını yaşıyoruz. Çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere binlerce sivilin canlarını kurtarmak için sınıra yönelmesi, sefalet ve korku çığlığı ile dünyaya sesini duyurmaya çalışması ‘insan’ olan herkes için dayanılmaz bir durumdur. Türk halkı, yakın coğrafyasından başlayarak 11 bin kilometre ötede, dünyanın öbür ucundaki mazlumların sesine de kulak vermeyi yine bilmiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, yoğun diplomasi trafiği ile 20’ye yakın devlet liderini aramış ve Myanmar’ın lideri Aung San Suu Kyi ile de Arakan’da çözüm arayışı için görüşmüştür. Görüşme sonrasında, bölgeye ilk yabancı kuruluş olarak TİKA’nın yardım götürmesi Myanmar Hükümetince uygun görülmüştür. İlk aşamada Myanmar ve Bangladeş’te yaklaşık 300 bin kişiye yardımlar ulaştırılmış, daha sonraki etaplarda da toplamda en az 100 bin aileye, yaklaşık 500 bin kişiye yardım ulaştırılması hedeflenmektedir. Dünyanın duyarsızlığı karşısında, Cumhurbaşkanımız kadar Arakan ile dertlenen başka bir liderin olmadığı görülmektedir. Aslında, devletimiz ve milletimizin Arakan halkı için çırpınışı, çözüme yönelik yüksek ahlaklı duruşu bir kez daha ortaya koyarken; müesses nizamın da çözüm üretmede ne kadar ‘aciz’ kaldığını göstermektedir.

Yaşam mücadelesi veriyorlar

1780’lerde başlayan Batılı ülkelerin işgali ile Myanmar’da barış ortamı bozulmuş ve 1942’de Batılı güçler bölgeden tamamen çekilirken yerel halklar arasında da ilk düşmanlık tohumları ekilmiştir. 1940’larda küçük şiddet olaylarıyla Arakanlı Müslümanlara yönelik başlayan gerilim zaman zaman neredeyse “etnik ve inanç temelli katliam” boyutuna ulaşmıştır. Özellikle 1962 yılında ülkede yaşanan askeri darbe sonrası, Müslümanlar üzerinde baskı artmıştır. Ekonomik yaptırımlar, din değiştirmeye zorlama, Müslüman kamu görevlilerinin görevden alınması, sosyal hakların kısıtlanması, hukuksuz tutuklamalar, göçe zorlama ve zorunlu iskân, Arakan eyaletinin ve başkenti Akyab’ın isminin Rakhine ve Sitve olarak değiştirilmesi gibi politikalar ile Müslümanların izi bölgede tamamen silinmek istenmiştir. Burma askeri yönetimi, 60’ın üzerinde etnik grup ve 200’e yakın dil ve lehçenin konuşulduğu ülkede sadece Müslümanlara yönelik değil, tüm etnik azınlıklara karşı da sistemli bir ayrımcılık politikası izlemiştir.

Bugün azınlık olarak Myanmar’ın batısında Bangladeş sınırındaki Arakan (Rakhine) bölgesinde yaşayan Müslüman Rohingyalar, dışlanmış bir şekilde yaşam mücadelesi vermektedir. İktisadi, sosyal ve kültürel açıdan birçok çıkmazları bulunmaktadır. Myanmar’da 1982’de kabul edilen ya-sayla vatandaşlık hakkını kaybeden Rohingyalar, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “eziyet gören dini azınlık” olarak tanımlanmaktadır. Doğdukları ülkenin vatandaşı olma hakkı ellerinden alınan Rohingyalara, aslen Bangladeşli oldukları iddiasıyla Myanmar tarafından vatandaşlık verilme-mektedir. Bangladeş ise kalabalık nüfus ve ekonomik nedenlerle Arakanlıları kabul etmeyerek, kamplarda yaşamaya mahkûm etmektedir. Şiddet olayları arttıkça kamplara kaçanların sayısı da artmaktadır. BM raporuna göre, Myanmar ordusunun geçen yıldan bu yana sürdürdüğü operasyonlar nedeniyle 100.000’den fazla Arakanlı yurtlarını terk etmek zorunda kalmış ve Bangladeş’e sığınmıştır.

Hükümetinin çözüm çabası

Arakan sorununda kalıcı çözüme ulaşmak için ülkede ciddi bir devlet kapasitesi inşasına ihtiyaç vardır. Bölge kapalı bir durumda ve doğru bil-giye erişim son derece sınırlıdır. Dünya Bankasına göre, nüfusu 54 milyona yaklaşan ülkenin yüzde 40’a yakını fakirlik sınırında ve kişi başı gelir 1200 dolar civarındadır. 50 yıla yakın militarizmin baskısı ile yaşayan ve etkisi halen devam eden Myanmar’da, yönetime gelen Ulusal Demokrasi Birliği Partisi ve kadın lideri Aung San Suu Kyi, ülkeyi darboğazdan çıkarmak ve barış sürecine sokarak kalkındırmak istemektedir.

Kalkınma için toplumsal uzlaşma ihtiyacının farkında olan Myanmar hükümeti, 24 Ağustos’ta Rohingyaların da desteklediği Birleşmiş Milletler Çözüm Paketi’ni (Annan Raporu) açıklamıştır. Söz konusu raporda; Arakan’da ekonomik kaynakların federal yönetim ile eyalet yönetimi arasında adil paylaşımı, topraklarına el konulan Arakanlılara tazminat ödenmesi, Arakanlı Müslümanlara vatandaşlık verilmesi, diğer vatandaşların sahip olduğu tüm hak ve hürriyetlerden faydalanmaları gibi önemli maddeler yer almaktadır. Bu paketin açıklanmasının hemen ertesi günü, Arakan’da polis ve sınır karakollarına eş zamanlı saldırılar düzenlenmiş, bunun üzerine Müslüman Rohingyalara yönelik şiddet içeren militarist müdahalelere başlanmıştır.

Arakanlılara destek veren uluslararası raporun açıklanması ile karakollara yapılan saldırıların zamanlaması son derece manidardır. Yani ülkede barışı güçlendirmeye yönelik olumlu adımlar atılmaya başlayınca, sivil otoritenin elini zayıflatacak ve toplumu birbirine düşürecek farklı mekanizmalar devreye sokulmaktadır. Sonrası ise malum yaşanan acılar… Afrika’da Boko Haram ve Eş Şebab, Pakistan’da Tahir-ül Kadri, Türkiye’de FETÖ, Filipinler Moro’da, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde ve dünyanın birçok bölgesinde benzer yapılar üzerinden olduğu gibi, maalesef Myanmar’da da sözde “dini?!” terör gruplarının saldırıları ile ülkenin istikrar umudu baltalanmaktadır. Doğal olarak bu süreçte en fazla zararı, azınlıklar görmektedir. Bu noktada; radikal akım ve terör faaliyetleri ile mazlum azınlıkları illegal ve devlet yetkililerini katleden kitleler konumuna sokan, “dış” destekli çete ya da örgütlerin kara propagandalarına itibar edilmemeli ve masum siviller çıkar odaklarının maşası olan terör gruplarından ayrıştırılmalıdır.

İnsani krizler ve büyük güçler

27 Nisan muhtırası, 17/25 Aralık yargı darbesi, uluslararası medya üzerinden karalama ve dezenformasyon kampanyaları, 15 Temmuz FETÖ darbe kalkışması, binlerce terör ve suikast saldırıları ile son 15 yıllık siyasi tarihimiz, adeta ülkemizi eğiten bir okul haline dönüşmüştür. Daha önce-den yaşanan Susurluk, Madımak Oteli, Başbağlar gibi arkası karanlık olan pek çok acı tecrübelerle de Türkiye, artık bir takım odakların hangi ülkede ne yapmak istediğini daha iyi gören ve buna uygun direnç gösterecek olgunluğa erişmiş bir ülke konumuna gelmiştir.  Derin devlet yapıları geçmişte sınırlı ve çok kolay bilinmezken, şimdi tüm dünyayı sarmış durumda ve çeşitlenerek artmaktadır. Her devletin içine çöreklenmiş, haksız kazançlar ile çok güçlü bütçelere ulaşan bu yapılar, küresel güçlerle “entegre” biçimde her bölgede kimin iktidarda kalıp, kimin gideceği kararına etki etmeye çalış-maktadır. Seçimle iktidara gelmiş meşru yönetimlere adeta “Halka çok güvenmeyin, bize tabi olacaksınız ve kurulu sistemimizin dışına çıkmayacaksınız” demektedir. Uluslararası taşeron faaliyetleri icra eden bu yapılar, geçmişten bu yana ülkelerin ve halkların kanını kene misali emmektedir. Bu baskılara kulak vermeyen iktidarlara karşı ise cuntalar, siyasi ve iktisadi krizler, yargı darbeleri ile bunlar da sonuç vermiyorsa terör saldırıları ile içerde oluşabilecek kargaşa ve istikrarsızlıklarla, iktidarları tasfiye etmeye çalışmaktadır.

Suriye, Filistin, Afganistan, Irak ve Arakan gibi dünyanın sıcak bölgelerinde kan ve gözyaşı devam ederken, uluslararası toplumun en üst düzey BM toplantılarında dahi yukarıda zikredilen yapıları göz ardı ederek sorunlara yüzeysel yaklaşması, kalıcı çözümleri engellemektedir. Diğer taraftan, ana akım Batı medyasında sanki özellikle bazı bölgelerin çeşitli çatışma, terör ve katliam haberleri ile gündemde kalması istenmektedir. Arakan da dâhil olmak üzere, çok zengin yer üstü ve yer altı kaynaklara sahip olan coğrafyalarda meydana gelen kaos ve çatışmalar, göç ile insanları yerlerin-den ederek bölgenin boşalmasına neden olmaktadır. Bu ise kaynakların, o ülke ve halkı için değil, büyük güçlerin şirketleri tarafından kullanıma açılmasını kolaylaştırmaktadır. İnsani krizlerin gündemde tutulması ve sözde insan hakları söylemi de, direnç gösteren hükümetler üzerinde bir baskı ve uluslararası kamuoyu nezdinde, örtülü çıkarlar için meşru bir müdahale aracı olarak kullanılabilmektedir. Yani, zengin kaynaklara sahip ama istikrarsız olan bölgelerde ortaya çıkan insani krizlerde büyük güçlerin müdahaleleri, gerçekten mazlumların yanında olmaktan çok farklı amaçlara hizmet etmektedir. Bölgemizde Irak Savaşı ile başlayıp Suriye Krizi ile devam eden gelişmeler ve sözde terörle mücadele de bu çıkar mücadelesinin benzer yansımasıdır. Arakan meselesini de sadece Myanmar’ın sorunu olarak görmek ve ülkenin iç dinamikleri ile açıklamak yeterli değildir. “Güney Asya’nın incisi Myanmar”, sahip olduğu stratejik konum, deniz, orman ürünleri, değerli taş ve uranyum madeni, zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile büyük güçler arasında sıkışmış bir vaziyettedir. Sahip olduğu ekonomik potansiyel, uluslararası şirketlerin dikkatini çekmektedir. Söz konusu petrol ve doğalgazın Müslümanların çoğunlukta olduğu Rakhine Eyaletinin kuzeyinde bulunması bölgeyi; kalıcı hâkimiyet kurmak isteyen büyük güçlerin rekabet alanı haline getirmektedir. Dolayısı ile “yaratılan terörist gruplar” ile Rohingya kasabalarında ortaya çıkan olaylar, zengin doğal kaynaklara erişim için büyük güçler arasındaki iktidar mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Bu süreçte, Batılı ülkelerde oluşturulan Diaspora ve eski ordu mensuplarının desteği ile manipüle edilen güvenlik haberleri de, uluslararası kamuoyuna “iktidarın başarısızlığı” olarak sunulmaktadır.

Hamasetle değil ferasetle...

Arakan başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde yaşanan sorunların çözümüne katkı vermek için hamaset ve duygusallık, yerini daha makul ve mutedil hareket etmeye bırakmalıdır. Öfkeyi artıran, acıma duygusunu istismar eden, sonradan asılsız olduğu ortaya çıkan ve sorumsuzca yapılan her haber sorunu daha da derinleştirmektedir. Arakan Krizi’nde, yapılan eleştirilerde bir “toptancılık” içine girmekten de kaçınılmalıdır. Zira birçok Budist yaşanan olaylardan oldukça rahatsız olduğunu ve üzüntü duyduğunu dile getirmektedir. Avrupa’da terör olayları yaşandığında, İslam ile özdeşleştirilmesi ve İslamofobi’nin körüklenmesi nasıl rahatsız ediyor ve Batı dünyasına haklı şekilde tepki gösteriliyor ise Arakan konusunda da Budizm ve Budistlere yaklaşım aynı olmalıdır. Her şeyden önce, yapılanların fanatikler tarafından yapıldığının sıhhatli bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Maalesef şu anda, sosyal medyada Budizm ve Budistler hedef alınarak, olaylar başka bir boyuta çekilmektedir. Bu da sorunu yine çözmek yerine kötüleştirmektedir. Türkiye’de de bu konuda sivil topluma daha fazla rol düşmektedir. Türkiye, son 3 yıldır üst üste milli gelire oranla insani yardımlarda dünyanın en cömert ülkesi olan ve dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan bir ülkedir. İnsani diplomasideki gücünü birçok coğrafyada fazlasıyla gösteren ülkemizin siyasi çabalarının tam anlamıyla etkili olması için sivil toplumun da mutedil ve daha dikkatli hare-ket etmesi gerekmektedir. İç kamuoyunda iyi niyetli verilen tepkiler, zaman zaman çabuk galeyana gelme ile sonuçlanmakta ve sıhhatli kararların alınması zorlaşmaktadır. Uluslararası konularda süreçleri yönetmek için müzakere kanallarının hep açık tutulması gerektiği göz ardı edilmemelidir.

Hem diplomaside hem sahada

Türkiye Arakan konusunda Myanmar’ın kalıcı çözüme kavuşmasını desteklemektedir. Bunun da hiçbir etnik veya inanç grubu arasında ayrım yapmadan, birlikte yaşama zemini sağlamakla mümkün olacağına inanmaktadır. Bu anlamda, Myanmar ile ilişkilerde diplomatik olarak özellikle 2010’dan sonra önemli adımlar atılmıştır. 2012 yılında, Türk Büyükelçiliği Myanmar’da faaliyetlerine başlamış, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde Eşi Emine Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Myanmar’a ilk resmi üst düzey ziyaret gerçekleşmiş ve Arakanlı Müslümanlarla da bir araya gelinmiştir. Sonrasında da iki ülke arasında olumlu denilebilecek bir süreç yürümüştür.

TİKA da 2012’de Büyükelçiliğimiz bünyesinde Myanmar’da faaliyetlerine başlamış, 2016 yılında da Myanmar Ofisi açılmıştır. Müslüman, Budist ve etnisite ayrımı yapmaksızın tüm ihtiyaç sahibi Myanmar halkı için tarım, eğitim, sağlık, meslek edindirme, içme suyu temini ve insani yardım alanlarında projelerini yoğunlaştıran TİKA, son 5 yılda Myanmar’da toplam 14 milyon dolar kalkınma yardımı gerçekleştirmiştir. Özellikle Arakan bölgesinde zor şartlarda yaşayan Müslümanlara, barınma ihtiyaçlarının giderilmesi için Myanmar Hükümetinin onayı ile 7 ilçede kalıcı ev yapımına başlanmıştır. Yaklaşık 30.000 Müslümanı kapsayan projede ilk etapta yaklaşık 1500 adet bambu evin inşası bitirilerek hak sahiplerine teslim edilmiştir. TİKA, bölgede kalkınma ve insani yardımla birlikte tarihi mirasımıza da sahip çıkmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle savaşırken esir düşen ve o dönemde İngiliz kolonisi olan Myanmar’a götürülen Türk askerlerimizden şehit olanların medfun olduğu Thayet Şehitliği, Myanmar makamlarının onayı ile ihya edilmiştir.

Arakan başta olmak üzere Güney Asya ve diğer coğrafyalarda faaliyet gösteren tüm yardım kuruluşlarına düşen; kısa dönemlik ihtiyaçları giderip bölgeyi terk etmekten ziyade, söz konusu TİKA projelerinde olduğu gibi, oradaki halkların mevcut şartlarını ve konumunu kalıcı şekilde güçlendirecek temel altyapıların desteklenmesi olmalıdır.

Bölgeye bizlerden, devletimizin resmi yardım kuruluşlarından daha evvel giden ulusal sivil yardım kuruluşlarımızın da önemli katkıları olmaktadır. Çalışmaları son derece değerli olan bu sivil kuruluşlarımız, faaliyetlerinde herhangi bir tavsiyeye gerek duymayacak birikime sahiptir. Esas vurgulanmak istenen; pek çok yabancı “resmi” yardım kuruluşunun göz boyayıcı ve belki de farklı ajandalar ile Myanmar’a gitmesi nedeniyle ülkeye güven vermemesidir. Bu sebeple, geçtiğimiz Ramazan ayında Rakhine bölgesine girip 15.000 aileye yardım yapma izni verilen tek resmi kuruluş TİKA olmuştur. Ayrıca ülkemiz tarafından verilen desteğin, çatışmaların önüne geçme ve uzlaşma sağlanmasında önemli rol oynadığı belirtilerek, Budist liderler tarafından da memnuniyetle karşılanmaktadır. Çoğu resmi yardım kuruluşuna izin verilmezken ve Arakan için toplanan yardımlar Bangladeş’te dağıtılırken, TİKA eliyle ülkemizin bölgeye ulaşması; Myanmar Hükümeti’nin itimadı yanında ülkemizin etkin diplomasinin de bir sonucudur.

Arakan’da yaşanan acı olaylar bir kez daha gösteriyor ki; toplumu uzlaştırmada devletin yapıcı rolü son derece önemlidir ve eksikliğinde nelerin yaşanacağı ortadadır. Sağduyulu çözüm arayışlarına tüm Myanmar halkının ihtiyacı vardır. Zira etnik, kültürel her türlü çatışma ve düşmanlık hiçbir topluma barış ve emniyet getirmemektedir. Aksine, boşa harcanan her beşeri ve maddi kaynak daha müreffeh bir gelecek inşasını engellemektedir.

Myanmar Devleti herkesin temsiliyet makamı olduğu için uzlaştırıcı ve kapsayıcı politikaların önünü açma iradesi göstermeye devam etmelidir. Hiçbir yerel soruna, kalıcı çözüm dışarıdan gelmez. Müslüman Rohingyalar ve tüm azınlıklar ile Myanmar halkı refah ve barış istiyor ise güçlü bir uzlaşı zeminine ancak kendi çabasıyla ulaşabilir. Dışarıdan ise bu sürece sadece katkı verilebilir. Şiddet ile sonuç alınamayacağı anlaşılmalı ve masum siviller, aşırılıkçı saldırgan gruplardan ayrıştırılmalıdır. Aksi takdirde, kırılgan ve başarısız ülkelere Libya’da ve Yemen’de olduğu gibi bir yenisinin daha eklenmesi uzak değildir.

Diğer taraftan, yılların getirmiş olduğu tortularla birlikte askeri rejimin yerine gelmiş olan Myanmar sivil yönetiminin de çok yeni olduğu unutulmamalıdır. Cuntacı otoriter bir rejimden kurtulmaya çalışan her ülke gibi, Myanmar’daki sivil siyasi irade de, ülkede demokratik hakları hayata geçirmek ve ülkeyi yıpratan tartışmalardan çıkartıp zengin kaynaklar ile ekonomi merkezli ve insanı önceleyen bir kalkınma modeli geliştirmek isteyecektir. Myanmar Hükümeti, 24 Ağustos’ta bunu test etmiştir. Bundan sonra da daha dirayetle bu sürecin takipçisi olmalıdır. Bu anlamda, Türkiye gibi güçlünün masasında mazlumun hakkı için kalıcı barış adına oturan ve devlet liderlerini aktif şekilde çözüm üretici olmaya davet eden ülkelerin işbirliği son derece değerlidir.