MİLLİ BİR KÜLTÜR DEĞERİMİZ: MEVLİD-İ ŞERÎF 11.01.2023

Asırlardır Mevlid-i Şerif olarak okutulan Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât adlı eserinin, aslında Bizans’tan kalma benzerlikler taşıyan bir eser olduğuna veya dinimizce bir bidat gibi görülmesi gerektiğine dair yapılan eleştiriler vesilesi ile bu yazımızı kaleme alma ihtiyacı hissettik. Umulur ki bu bize miras bırakılan muazzam esere olan saygımız ve sevgimiz vesilesiyle Rabbimizin lütûf ve keremine hep birlikte mazhar oluruz.

Her konuda ifrat ile tefrite dikkat etmekte yarar vardır.

Uçlara yaklaşmadan, mutedillikten vazgeçmeden her konuda makul bir ölçüyü tercih ederek, kazanılmış olan tüm değerleri korumalı, geleceğe güzelce taşımalıyız.

Asırlardır Mevlid-i Şerif olarak okutulan Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât adlı eserinin, aslında Bizans’tan kalma benzerlikler taşıyan bir eser olduğuna veya dinimizce bir bidat gibi görülmesi gerektiğine dair yapılan eleştiriler vesilesi ile bu yazımızı kaleme alma ihtiyacı hissettik. Umulur ki bu bize miras bırakılan muazzam esere olan saygımız ve sevgimiz vesilesiyle Rabbimizin lütûf ve keremine hep birlikte mazhar oluruz.

Çekirdekten çocuklarımıza Efendimiz (SAV)’in aşkını aşılamak için nesilden nesile yürütülen mevlid geleneği, pek çok geleneğimizde olduğu üzere maalesef aşınma süreçlerini yaşıyor. Çocukken hemen her ortamda ve zamanda karşılaştığımız o manevi muhitler/feyz alma fırsatları giderek günlük hayatlarımızdan çekiliyor. Sözlerini çocuksu tahayyülle yarım yamalak anladığımız güzel nâtın okunmasına ara verilmesiyle birlikte radyoda, o bilinen güzel makamlarıyla koro halinde salavatların tekrarlarına geçilmesiyle alelacele ayağa kalktığımız akşamları ve o anda merhum anamın sırtımı sıvazlayan o şefkatli elini bize duygulu bir şekilde hatırlatır. Bizleri dünyadan koparıp manevi lezzetlere kavuşturabilmesi, ruhumuzun ihtiyaç duyduğu bilinç düzeyine taşıyabilmesi ve o ruha veciz bir huzur, sükûn ve terbiye verebilmesi, başlı başına bu geleneği değerli kılan şeylerin başında gelir.

Türkçemizin küresel anlamda yaygınlığı ve diğer kadim ve güçlü dillerle yoğun rekabet savaşlarına girebilmesi için tabi ki en yaygın ve güçlü eserlerimizden birisidir Mevlid-i Şerif. Zaten asırlardır nesilden nesile devam edegelen kaç eserimiz var ki şunun şurasında?
Shakespeare’in Hamlet’ini satır satır ezberleyip çeşitli dizilerde, sahnelerde veya konferanslarda kullanan bir yabancının İngiliz dili ve edebiyatı tutkusu normalleşirken, Yunus’tan, Yesevi’den, Süleyman Çelebi’den cümleler alıp kullanmak ve yaymaya çalışmak da küçümsenmemeli, özel olarak teşvik ve takdir edilmeli.

Zira toplumların, benimsedikleri bir din ve inanca dair, var olan kültür iklimlerinde o dinle ilgili yeni kültürel ögeler, ritüeller, muameleler geliştirdikleri, din sosyoloji ve kültür sosyolojisi tarafından da tespit edilen tarihi ve tabii bir haldir. Uzak Asya’dan Afrika’ya farklı Müslüman cemiyetlerde Mevlid-i Nebî’nin kutlandığına, milletimizin de kendi dilinde İslâm’a kavuşmanın ve ulaşmanın da sebebi olduğu inancıyla Habibullah’ın doğumuna, dünyayı teşrifine bir önem ve değer atfederek kendi dilinde bunu anması son derece doğal bir durumdur.

Her üstünlüğünü, ayrıcalığını bir tarafa bırakıp, en azından meseleye en temelden, sadece kültür boyutuyla bile bakılsa Mevlid-i Şerif’in medeniyetimizin en temel taşlarından biri olduğunu hatırlamakta yarar var. Broadway sahnelerinde 50-60 yıl süren tiyatro oyunları, müzikaller vardır. Yine bu kabilden İstanbul’da yıllarca süren Cibali Karakolu veya Lüküs Hayat gibi tiyatro oyunlarımız kültürümüzün klasikleşen birer parçası haline gelmiştir. Bunlar zamanın eskitemediği kültürel birikimlerdir. Necip milletimizin duygu ve düşünce dünyasındaki asker kavramını ve askeri mekânları, Peygamberimizin ismiyle simgeleştirdiğini hatırlayalım. Bu ve benzeri toplumun zihin ve duygu dünyasının somut birer yansıması ve ürünü olan tüm sosyolojik olgu ve gerçekler, kültür hayatımızı oluşturur ve şekillendirir ki Mehmetçikten Mevlid’e yüzlerce yıllık bir kültürel devamlılığı mutlak surette göz önüne almak gerekir. Dolayısıyla kültür hayatımızda yaygın bir teveccüh gösterip binlerce yıldır yaşayagelen değerlerimiz içerisinde önemli bir yere sahip olan Mevlid-i Şerif’e mesafeli kalmak haksızlık olur.

Aslında Mevlid-i Şerif’te ne ararsanız onu bulursunuz; tesbihat, dualar (aralarda Aşr-ı Şerifler), tarihi geleneğin yaşatılması, kültür, sanat ve tabi ki derinliğinde de milletimizin Allah’a, O’nun elçisine ve İslâm’a olan köklü ve samimi bir muhabbetin ve bağlılığın tezahürü vardır.

Şayet iddia edildiği gibi Bizans’ın etkisinde kalmış ise dahi (ki değildir, çok özel bir eserdir) değerini hiç bir şekilde eksiltmez. Çünkü müzik/makamlar evrenseldir, güçlü ve hâkim olan değerler başkaları tarafından alınır, kullanılır ve geliştirilir. Pek çok dergâhlarda söylenen ilahilerin müziğinde Ortodokslarınki ile benzeşmeler vardır. Örneğin; Yunus’un “sordum sarı çiçeğe” ilahisinin müziği gibi pek çok Yunus ilahisi Ortodokslarınkine benzer. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapanların alanına girmemiz doğru olmaz ancak bunun iki nedeni olduğunu hep düşünmüşüzdür; Anadolu’nun yoğun bir şekilde İslamlaşması esnasında, Müslüman olan Ortodoksların bazı birikimlerini de beraberinde taşımış olmaları. Diğer nedeni ise aynı mahallelerde iç içe yaşanmış olması, birbirinin ritimlerinden etkilenmesi, kültürel unsurların iç içe geçmişliği. Ne malum, bazı müzik makamları da bizden o tarafa geçmiştir. Asırlarca birlikte yaşamın doğal sonuçlarıdır bunlar. Balkan müziklerinin ya da Kafkas danslarının çoğu birbirine çok benzemektedir.

Diğer taraftan, Türk kültürü ve Roma/Bizans kültürü gibi büyük ve hâkim sistemler coğrafyaların kültür, sanat, mimari, ticari, siyasi, bürokratik ve sosyal alanlarını etkilemiş, dönüştürmüştür. Sekiz asırlık Arap kültürü ve dilinin etkisinde kalmış İspanya’yı bugün bile diğer Avrupalılardan ayrıştıran pek çok özellik halen devam etmektedir. Kullanılan sözcükler, yeme/içme tarzları, yaşam şekilleri bariz bir şekilde İspanya’yı özellikle de Granada başta olmak üzere Endülüs bölgesini derinden etkilemiştir. Aynı şekilde Mağrip ülkelerindeki İspanyol tarzı bir kültür halen devam etmektedir(Özellikle Müslüman ve Yahudi göçmenlerin yaşadığı bölgelerde).

Bunun yanında tarih felsefesinin en önemli telakkilerinden birisi, bir medeniyetin büyüklüğünün içeriden değil, dışarıdan tespit edilmesinin mümkünlüğü üzerinedir. İslam tarihçiliğinin önemli isimlerinden birisi, evrensel bir kültür ve medeniyet inşâ edebilme kabiliyetine sahip tek dinin İslâm olduğunu, Türkler kadar da dini kimliğini milli kimliğine çakmış yeryüzünde bir başka millet olmadığı tespitini yapar. Dolayısıyla, ilmi izahtan yoksun bir halde Mevlid ve benzeri kültürel değerlerimizi Bizans'tan ya da ötekiler içerisinde bir yerlerden alma iddiası yerine, Türklerin destan, sav, sagu, koşuk gibi İslam öncesi sözlü kültür mahsullerini nasıl İslam kültür dairesine uyarladıklarını araştırmanın ve anlamanın daha yararlı olacağı kanaatindeyiz.

Şu hususların da altını çizmekte yarar olduğu kanaatindeyiz: Kur’an-ı Kerim okunurken camide yayılan, konuşan cemaatin, Mevlidhanların “Mefai mevcudât…” diyerek Mevlide başlamasıyla birlikte edeben doğrulup, kendilerine çeki düzen vermesi gibi bir tenakuza da tabi ki müsaade etmemeli, müminler bu konuda eğitmeli (çocukluktan). Ya da yapılan dua ve niyazlarda, okunan ilahilerin ve Mevlidlerin de kabul olunması gibi bir düşünce ve niyaz şekline girilmemelidir. Mevlid olsun ilahiler olsun, bunlar bizim din kültürümüzün birer ögesidir, Allah tarafından kabulü beklenecek dini hükümlerce eda edilen muamelâttan değildir.

Her şeyi yerli yerince, ölçülü ve gereğince belli bir saygı ve değer temeline oturtmalı. Sapkınlığa giden, Uzak Doğu mistisizmine kayan, aşırı doz duygusallık üzerinden bir İslam ritüelliğine kayış doğru değildir. İnsan eliyle yazılmış eserlerin, risalelerin, menkıbelerin vb. tüm güzel eserlerin hepsini bir araya getirsek, Rabbü’l Âlemin tarafından bize gönderilmiş kutsal kitabımızın bir satırı ile bile hadsizce bir rekabete girilmesi asla mümkün olamaz. Dünyadaki ilme, bilime veya hikmete dayalı tüm eserleri değerli bulur, okuruz ama onların tamamı sadece Besmeledeki, B’nin altındaki noktayı anlamaya yetmez. Eşref-i mahlûkattan her bir kişi, her bir mübarek güzel insan (ne kadar büyük olursa olsun) Allah’ın kendisine lütfettiği kadarıyla ancak ilme ve hikmete ulaşabilir.

Eskilerden bize miras bırakılan tüm değerleri, gelenekleri gençlerimize sevdirelim, basite indirgemeyelim; hafife almaya/aldırtmaya başladığımız her şey hızlıca eriyip gidiyor. Sonra değerler dünyası olmayan, zevk ve tat duygusu sığ, ruhsuz, estetikten, zarafetten uzak, bencil, akmaz kokmaz bir gençlik ile karşılaşınca da itiraz etme hakkımız kalmaz.

Evet gençliğin müzik anlayışı da gelişiyor, değişiyor, dönüşüyor. Tıpkı bizler gibi. Şu an ilahiler konusunda Sami Özer’in üzerine isim bilmeyiz ama merhum Cem Karaca’nın Allah Yâr’ı üzerine bir ilahiyi de tanımayız. Şimdi bakıldığında yeni nesiller ilahi, marş filan nadiren dinliyor. Bir kısmı da Maher Zaen, Sami Yusuf gibi biraz daha evrensel popüler müzikli ilahileri seviyor. Yunus’un 700.cü anma yılı münasebetiyle Yunus Emre Enstitümüz Rap tarzında bir Yunus klibi yaptırdı. Yunus’u ilahilerle herkes tanır bir de onu tanıyamamışlara, bizim kolayca ulaşamadıklarımıza da ulaşalım demiş ve böyle bir müzik türüyle mesajlarını dünyanın farklı coğrafyalarına iletmiştik.

Geçmişten kalan tüm geleneklerimizi, değerlerimizi koruyalım sahip çıkalım. Tüm yönleriyle ve özellikleriyle bir medeniyet inşa etmiş kültürümüzü ve tarihimizi, sokaklarımızda ve günlük hayatımızda, en önemlisi de popüler kültürümüzde ne ölçüde yaşayabilir yaşatabilirsek İslam da, Türklük de o ölçüde yaşamaya ve var olmaya devam eder. Yoksa devlet, STK’lar veya aileler ne yaparsa yapsın geriye hangi cinsiyetten olduğu dahi belli olmayan küresel pop gruplarının yaşam tarz ve müzikleri sokağa hâkim olur.

Bosna’da TİKA koordinatörü olarak görev yapmış Prof. Dr. Birol Çetin’in dediği gibi; “Saraybosna’da Boşnaklara Yunus’u sorsan çoğu bilmez ama hemen hepsi Türkçe ve Boşnakça olarak Yunus’un ilahilerini söylemesini bizlerden daha iyi bilirler.”

Bizler, ikindi namazı sonraları, cami cemaatinden 7-8 hacı amcayla, vefat eden biri için okutulan Mevlid-i Şerif’i dinlemenin ötesine geçecek bir sahiplenmeyi Mevlid-i Şerifimiz için yapmaya gayret gösterelim.

Bir gün bizler için de okunacak o Mevlid gününe kadar az çok demeden tarihimizden gelen tüm değerlerimizin yaygınlaşması için çaba sarf edelim, gündemlerimize hep alalım inşallah.

(NOT: Bu da yukarıda bahsettiğimiz, Yunus Emre’nin Selam Olsun şiirinin Yunus Emre Enstitümüz tarafından Almanya’da yaşayan Türk Rap Grubuna yaptırılan rap yorumu: https://m.youtube.com/watch?v=YusO4A7h2MQ )