NE SAĞCI NE SOLCU, TÜRKİYEYİZ BİZ..! 06.02.2024
NE SAĞCI NE SOLCU, TÜRKİYEYİZ BİZ..!
Bugüne kadar gezip gördüğümüz gönül coğrafyamızın çeşitli beldelerinde, sık sık milli şairimizin o meşhur sözünü tekrarlamadan edememişizdir. “Müslümanlık nedir? Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir” diyen Akif misali bizler için aslolan istikamet üzere olabilmektir. İnanç dünyamızın gereği; kurulan tüm sosyal, iktisadi ve siyasi düzenlerde Müslümanlardan, kendi değerlerini koruması, Müslümanca var olabilmesi, çözümler üretebilmesi, kendisi için aslolan istikametinden sapmadan yürüyüşüne devam ederken her devirde (çağlar üstü) herkes için sığınılabilecek bir liman olması beklenir.
Önce matbaa, sonra telgraf, tren ve motorlu araçlarla iletişimin, ulaşımın kolaylaşmasıyla hızla değişen yaşam biçimleri; siyaset, toplum ve ekonomik sistemlere dair teorik tartışmaları her zamankinden daha fazla günlük hayatın merkezine taşımıştır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren büyüyen kentler, neredeyse bir kasaba nüfusu kadar insanı içinde barındıran 24 saat çalışan dev fabrikalar sadece üretim biçimlerini ve tercihlerini değil, beraberinde getirdiği yaşam şartlarıyla her yeni fikir için bir oluşum-gelişim zemini oluşturarak dünyada hızla ideolojiler çağı da başlatmıştır. Bu yeniçağın başlangıcında dünya siyasi ve ekonomik haritasında, Batının kurduğu maddi egemenliğin tabii sonucu olarak, günümüzde de varlığını sürdüren çeşitli ideolojilerin ortaya çıkışı, yine Batı’ya özgü ideolojik kalıpların diğer toplumlar tarafından öykünmeci bir şekilde ithaline neden olmuştur.
İthal Batı İdeolojileri İslam Dünyası’nda Suni Çatışma Kampları Oluşturdu
Geçen zaman içinde dünya haritasında yaşanan değişimin ardından, dünya ekonomisinde özellikle Asya’da ortaya çıkan yeni güçlü aktörler, kendi kültürel ve sosyal kodlarının mevcut ideolojilere eklemlenmesine ya da ideolojileri etkilemesine yol açmıştır.
İslam Dünyası da bu serencamda büyük tartışmalara sahne olmuştur. Bu süreçteki tartışmalara baktığımızda şunu görmek mümkündür. 1960’lı ve 1970’li yıllarda SSCB ve Doğu blokunun Filistin meselesinde aldığı tavır nedeniyle ortaya çıkan rejimler ya da Batı ile daha yakın ilişkilere sahip elitlerle yönetilen İslam ülkeleri arasında ve ülkelerin kendi içinde, yoğun ideolojik tartışmalar yaşanmıştır ve belli taraflar/kamplar oluşmuştur. Tarafların tartışmalarına neden olan ideolojiler de Batının oluşturduğu iki büyük kampta olgunlaşmıştır.
Türkiye de bu durumdan vareste kalmamıştır. 1960’lar ve 1970’ler boyunca ideolojik tartışmalara ve sonrasında bunların silahlı mücadeleye evrilmesine tanıklık edildi. Bu dönemde Batı’nın kendi tarihsel şartları içerisinde ortaya çıkan ideolojiler ve bu ideolojilerin oluşturduğu klişeler üzerinden tanımlanan iki akım ortaya çıktı: SAĞCILIK ve SOLCULUK. Her iki taraf için de diğeri, “öteki” haline geldi.
Batılının Dediği Gibi; Tek Beden Ama Herkese Uyar (One Size but Fits All)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Truman Doktrini ile kurulan dünya düzeni içinde NATO, SSCB veya Ortadoğu dengeleri içinde gelişmiş tüm siyasal taraflar, isimleri aynı kalsa bile, sürekli bir değişim içindeydi. Halen solculuk, sağcılık, milliyetçilik, liberalizm, İslamcılık vb. gibi kurulan her ideolojik kesim, yeni siyasi ve iktisadi güç dengelerine göre, karşısındaki rakibini geçmişten kalan söylemlerle bir kalıbın içine yerleştirse de artık o kalıpların yerinde yeller estiğini görmekteyiz.
İddialı çıkışlar, parıltılı söylemler, ideolojik tartışmalar bir yana, herkes dönüp dolaşıp gündelik yaşamın içine akıp gittiğinde, öyle çok da birbirinden farklı bir yaşam tarzı içinde olmadıkları ve hayattan da çok farklı beklentileri olmadığı görülmektedir. Kendi “davalarına” sıkı sıkıya sadık kalsalar dahi aile bireyleri, çocukları onları artık “eski kafa”, müzelik olarak görebilmektedir. Yeni ve vahşi dünya düzeninde her tür ideoloji “kent!” hayatında, sitelerde ve benzer türdeki tüketim potalarında eritilip, tek tipleştirme sürecine hızla sokulmaktadır. Kısacası zaman öyle sürekli bir etki yarattı ki klişeler-kalıpların pek çok kez ne kadar boş olduklarını bizlere tekrar tekrar gösterdi.
Teorik siyasal tartışmalar bir tarafa, bu dönemde, gerçek hayatta Müslümanların ulaşabildiği noktalar neler olmuştur? Biraz buna da odaklanmak gerekmektedir. Artık bizim içimizden çıkan mütefekkirlerin çabaları ve anlatımları ile Türkiye’deki Müslümanların siyasal ve sosyal hayattaki başarıları, birikimleri tüm İslam dünyasında yaşayanlara da aktarılmaktadır. Bu mütefekkirlerimiz önemli vazifeleri ifa etmekteler.
Kanaat öncülerimizin Türkiye’nin başarı hikayesini dünyaya aktarma çabaları çok kıymetli ama yeterli değildir. Bugün artık çok daha fazlasına ihtiyacımızın olduğu bir dönemdeyiz. Sadece belli bir kesime hitap eden çizginin ötesinde, yeni hedef kitlelerle iletişim kurabilecek bir fikir ve söylem yeniliğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Devletimizin Kurucu Aklı ile 21. Yüzyılın Yönetim Aklı Arasında Sıkı Bir Bağ Kurulmuştur
Sultan Alparslan’ın Anadolu’nun kapasının anahtarını Müslümanlara teslim ettiğinden bu yana, 1000 yıldır devletimizin aklı tektir. Farklı isim veya yönetim şeklinde olsa da günümüze kadar birbirine uygun geçişlerle entegre olmuştur. Yönetim sistemleri veya kadroları değişse dahi bu mekanizma asla değişmez. Bin bir çeşit itiraz ve tartışmalar olur ama devletimizin çalışma sisteminde büyük bir ayrışmanın olması mümkün değildir. Dolayısıyla 100. yılını tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyeti yeni bir yüzyıla geçmişten gelen tüm kazanımları ile, hata ve sevaplarını kabul ederek, bir bütünlük ve kuşatıcılık ruhu içinde kabullenmiş olarak girmiştir. Farklılık sistem içinde çeşitlilik ve renklilik olarak görülmüştür.
Günümüzde devlet adamlarımız, iş dünyamız, sivil toplum kuruluşlarımız gibi fikir adamlarımızın da omuzlarındaki yük giderek artmaktadır. Bir yandan, İslam coğrafyasında fikren azınlık olarak kalmış, muhalif olmaktan öteye gidememişlere sahip çıkmaya devam ederken, öte yandan ellerinde belli bir erki olan tüm siyasi ve iktisadi güç noktalarını da etkileyecek bir iletişim becerisi geliştirilmesi gerekmektedir. Müslüman fikir adamları sadece diğer toplumların azınlık ya da yönetilen (mazlum) kesimleri ile ilgilenmeyip, çoğunluğun yahut güçlü ve yöneten kesimlerini de muhatap almaya önem verebilmelidir.
İktidarlar, başarılarını, başkalarının iktidarlarına, yönetimlerine aktarabilirlerse modelin anlaşılması ve transferi mümkün olabilir. Bu anlamda, 22 yıllık iktidarın başarıları neticesinde Türkiye, yeryüzündeki Müslümanların dayanak ve referans noktası olmuştur.
Türkiye’nin siyasi yönetim başarısı dünyadaki tüm Müslümanların sahiplendiği bir kazanım olmuştur. Dünyada halen devam etmekte olan tüm ideolojik tartışmalar bir tarafa, ülkemizin inançlı ve yerel (milli) değerleri önceleyenlerin siyasal hareketinin ulaştığı bu gelişme dünyadaki tüm Müslümanların on yıllardır arzu ettiği bir zirvedir. Her ne kadar ulus devlet modelindeki bir başarı olarak görüp, bunu sahiplenmek istemeyenler çıkacak olsa da aslında Türkiye modeli, yeryüzündeki tüm müslümanların, ümmetin ulaştığı bir başarı hikâyesi olmuştur.
Hem müslüman olup hem de dünya siyasetinde var olabilen bir Türkiye gerçeği, müslümanlar için örnek ve öncü bir liderin hareketi (Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan) çok iyi anlaşılmalıdır. Aslında klasik bir kalıpla/ifadeyle; “İslamcılar” amaçladıkları zaferi, arzu ettiklerinden de öteye taşıyan bir performans ile siyasi hareketleri başarıya ulaşmıştır.
Tabi ki tek başına bu hareket menzile ulaşmamıştır!
Büyük bir uzlaşma ve dayanışma ile gerçekleşmiştir. Devleti, devlet yönetmeyi öğrenmiş ve devletin geçmişten diğer gelen tüm paydaşlarıyla, geniş bir mutabakat ve iş birliği içinde ülkemiz, bu özgün başarıyı yakalamıştır. Her bir vatandaşın siyasi desteği olmasa da fiili olarak her alanda dayanışma içinde bulunarak, iyi bir mutabakat çabası içinde, pek çok aykırı konuda bile uzlaşarak, ortak paydada, ortak hedefe yürümeyi öğrenerek bu başarı elde edilmiştir. Bu başarı hikayesine su taşımış herkes aynı şekilde kazanmıştır (muhalif veya hükümetin dışında yer almış olsalar bile). İstiklal mücadelesi vermiş, Anadolu’da yurt edinme ve var olma savaşı vermiş, kısacası bu toprakların uğuruna aynı safta yer almış, ortak bir mefkûresi olan herkes kazanmıştır (kimseyi dışlamadan).
Ülkemizin Son 22 Yıllık Kesintisiz, İstikrarlı ve Başarlarla Dolu Hikayesi Tüm Dünya İçin Bir Model Önerisi Olabilir
AK Parti siyasetinin ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 yıllık başarı hikâyesi dünyada bilinen tüm klasik siyaset kalıpları içinde ifade edilemeyecek kadar özgündür. Kazanılan tüm bu başarıların izahının yapılmasında son birkaç asırlık arayış esnasında geliştirilmiş bütün kalıpların ve kavramların hiçbirine tam anlamıyla uymaz. Ancak, muhafazakâr müslümanların siyasette ve devlet yönetiminde söz sahibi olmasının en başarılı ve somut icraatını Türkiye başarabilmiştir. Dünyadaki siyasal akımların içinde yıllarca var olma mücadelesi veren fikri ve siyasi tekamüllerine rağmen iktidar olma ya da iktidarda kalıcı olma imkanına kavuşamamış ve hemen hemen her İslam beldesinde devlet yönetiminde pay alamamışken, Türkiye uzlaşmayı ve beraberce yönetmeyi başarabilmiş, tüm dünya Müslümanlarına model olmuştur.
Uzun ve reformist çabalarla sürekli gelişim içinde olan bir iktidar sürecini doğru tahlil ederek, elde edilen kazanımların nasıl başarıldığını ortaya koyan akademik / teknik çalışmalar, başta mazlum (İslam) beldeler olmak üzere ihtiyaç duyan ve kendini sarmalların içinde hisseden tüm tarafların hizmetine sunulmalıdır.
Dünyanın başka yerlerinde muhafazakâr, Müslüman veya “siyasal İslamcı” gibi çeşitli şekillerde kendilerini tanımlamış, çeşitli hükümetler kurabilmiş siyasi hareketlerin temsilcileri olmuştur. Sınırlı başarılara ulaşabilmiş olsalar da sürdürülebilir veya etkin sonuçları elde edememişlerdir.
Türkiye’deki 22 yıllık hükümet olma başarı hikayesinin standart Batı’nın kalıp ve klişeleri ile değerlendirilmesi veya basite indirgenmesi mümkün değildir. Kalkınma çabaları içinde, darbelerle, toplumsal fay hatlarıyla veya bin bir çeşit güvenlik meseleleri ile uğraşmış bir devletin inançlı ve yerli kadrolarının ulaştığı menzile, siyasal başarıya ve bunu yine başarıyla oluşturduğu milli mutabakat ile hayata geçirmiş olduğu gerçeği bütün kesimlerce kabul görmüştür.
Yaklaşık 3 asra varan sancılı arayışlar, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Soğuk Savaş Sisteminde verilen büyük mücadeleler neticesinde, Müslüman mütefekkirlerin arzu ettiği hedefler yakalanmıştır; Türkiye bunu başarmıştır.
Bu manada, diğer İslam beldelerinin Türkiye’nin deneyimden alacakları önemli dersler vardır.
Türkiye’nin farklı yaşam tarzları benimsemiş tüm kesimleri ile birlikte siyasi hedefleri olan inançlı kadroları (muhafazakâr müslümanlar) devletimizin eşit birer paydaşı olarak yönetimde söz sahibi olabilmiştir. Artık siyasette var olmayı, devlet aygıtını 21. Yüzyılın standartlarına göre başarıyla yönetmeyi, hatta dünyada model olacak kadar da iddialı olmayı öğrenmiş durumdadır. Diğer ülkelerdeki gibi asla mahcup, kendilerini yetersiz, ikincil veya aciz hissetmeyecek, iddialı ve inançlı kadroların başarıları ortaya konmuştur. Başarılı bir temsil ve yönetişim becerisi ile; muasır medeniyet mefkûresi doğrultusunda ülkemiz kendi rotasında güvenle ilerlemektedir. Siyasi, ideolojik veya fikri hedefleri doğrultusunda herhangi bir ayrışmaya maruz kalmaksızın bütün vatandaşlarımız farklı kulvarlarda diledikleri yaşam şekli içinde kalarak tercihlerini yapabilmekteler. Artık 21. Yüzyılda Türk siyaset hayatının normalleşmesiyle dünyadaki tüm müslümanların teorikte hedeflediği bütün zaferler ülkemizde kazanılmıştır. Ütopik, retorik ve dünyada uygulaması olmayan söylem ve teorilerle değil, dünyadaki tüm Müslümanların gurur duyabileceği bir başarı hikayesi Türkiye’de yazılmıştır ve ülkemiz iddialı bir duruş ile dünyaya sunmaktadır. Belki dünyada yaşamış pek çok Müslüman siyaset önderinin veya mütefekkirin geliştirdiği söylem ve yöntemlerin birebir geçerliliği sağlanamamış, tam uygulanabilir olmamış olabilir. Ancak son 60-70 senedir bu uğurda emek sarf etmiş herkesin elde edilmiş bu başarıda maddi/manevi katkısı vardır. İyi niyet ve samimiyet ile sağlanan her katkı ile tüm çabalar da yapılan işlerde bereketin gelmesine vesile olmuştur.
Müslümanların bu yaşadığımız dünya düzeni içinde gelişen her bir probleme karşı geliştirdiği çözüm önerileriyle, Türkiye, dünya Müslümanlarının omuzlarından büyük yükler almaya başlamıştır. Hamdolsun ki kuru teorik kavgaların ötesine geçebilmiş, pratik ve güçlü bir sistemi sürekli ikame edebilen bir Türkiye modeli teorisyenlerin analizi için ortaya konmuştur.
Dünyamız sapkın, ahlaksız ve her türden özgürlüğün iddiasında olan Sol / Liberal akımlar ile; her türlü baskıcı, otoriter ve ırkçı radikal sağ akımlar arasına sıkışmak mecburiyetinde bırakılmış durumdadır. Yeryüzündeki sapkınlığın ve azgınlığın dışında bir üçüncü yolun daha var olduğunu Cumhurbaşkanımız tüm dünyaya göstermeyi başarmıştır.
Türkiye geçmişten gelen tüm bu teorik söylem veya akımların dışında yepyeni ve tertemiz bir akımı yeryüzüne sunmaya başlamıştır. Türkiye’nin yerli ve ahlaklı ideologları artık bu gelişmekte olan fiili durumu, başarılı yürüyüşü hızlı ve etkili bir şekilde kavramsallaştırmalıdır. Bu manada, söz konusu başarıyı dünyanın modelleme yapabilmesi ve özellikle Türk dünyasına ve diğer İslam beldelerine yayabilmesi için yepyeni eserler ve yayınlar üretmesi gerekmektedir.
Patika Bağımlısı Değil Rota Çizen Türkiye
Haçlı seferlerinden bu yana içeride ve dışarıda sürekli Müslümanların tarlalarını süren, özellikle Truman Doktrini sayesinde “Komünizmle mücadele “ başlığı altında ürettiği her çeşit “İslamcı, siyasal, sosyal, kültürel, mezhepsel vb.” teopolitik akımların, kalıp ve klişelerin etkisinden sıyrılarak, yepyeni ve tertemiz bir siyasal akımın, ideolojik sistemin kitabını yazma vaktidir şimdi. Buna her katmandan, ayırt etmeksizin tüm yerel unsurları merkeze alarak ve başta Müslümanlar olmak üzere diğer tüm kesimleri bu süreçlere katarak, dışlamadan, toparlayıcı, kuşatıcı bir lisanla yaklaşmak mühimdir.
Üçüncü Dünya Savaşı’na, belki de yaklaşan son büyük savaşa veya kıyamete doğru, görünen ve görünmeyen tüm vekâlet ve istihbarat savaşları ile yepyeni bir sürecin içinden geçerken, Türkiye’nin de artık dünyaya yeni bir model önerisi vardır. Artık klasik ve tekelci bir zihniyetle kendilerini fikir ve teori konusunda hakem kişiler olarak görenlerin iltifat veya eleştirilerine çok da itibar etmeden yeni bir yol haritasını dünyaya doğru bir dille anlatabilmeliyiz. O sancılı eski dönemler, o kısır hikâyeler bitmiş, hepsi geride kalmıştır. 1980’li, 1990’lı yılların televizyon tartışmalarını heyecanla izleyen bizim kuşağımız yavaş yavaş yolculuğunu tamamlamadan önce insanlığa, dünyanın arayışta olduğu yeni bir yol haritasını, kavramsal açıklamalarını içeren bir kullanım kılavuzu ile bırakması gerekmektedir.
Uzun bir aradan sonra Müslümanların pratikten, teoriye geçiş yapabileceği yepyeni bir fırsat doğmaya başlamıştır. Bu özel dönemi işin erbabı olanlar hızlıca değerlendirmelidir. Bunu yaparken de yeni kavramlar kullanmalı, klasik kalıplara kendilerini hapsetmemeli. Hapsetmemeli ki yıllardır İslam’ın gerçek mesajını ve ideal Müslüman örneklemi yerine dayatılan çirkin, kötü veya canavar gibi sıfatlar ile anılmasına son verdirelim.
Artık iki buçuk asırlık Batılılaşma çabaları sonrası Müslümanların son 22 yılda yeniden kavuşmakta olduğu medeniyet tasavvurunu doğru bir lisanda aktarmalıyız. “Karanlığa Kapalı, Aydınlığa Açık” mesajını, Anadolu’daki Müslümanların yeni ve başarılı yürüyüşünü güçlü ve herkesin anlayabileceği şekilde ifade edebilmeliyiz.